22 Ekim 2014 Çarşamba

0
12:24

yaprak dökümü


 Ali Rıza Bey, hayatını memuriyetle devam ettiren, namusuna ve ahlaka son derece düşkün beş çocuklu bir ailenin babasıdır. Trabzon’da çalıştığı bir iş yerinden ayrıldıktan sonra İstanbul’a gelip Bağlarbaşı’ndaki babadan kalma eve yerleştiler. Bir süre işsiz gezdikten sonra, Muzaffer adındaki eski öğrencisinin ona sağladığı imkanla işe girer.Her şey kızları Leyla ve Necla’nın arkadaşları olan Leman'ın Ali Rıza Bey’den iş istemesiyle başlar. Ali Rıza Bey Leman’a çalıştığı yerde bir iş bulmuştur; fakat Leman bir süre sonra patronu Muzaffer Bey’le bir ilişki yaşar ve hamile kalır. Ali Rıza Bey bunu duyunca kendini suçlar ve Muzaffer Bey’den Leman ile evlenip onun namusunu temizlemesini ister.Patronu bunu kabul etmeyince Ali Rıza Bey bu olayı gururuna yediremeyip işten ayrılır. Daha sonra oğlu Şevket’in bir iş bulduğunu öğrenince bir parça sevinmiştir. Fakat bir süre sona Ali Rıza Bey’in karısı Hayriye Hanım ve kızları Necla ile Leyla artık eve para getirmediği için ona saygı duymuyorlar ve onu aşağılıyorlardır. Bir gün, Şevket işyerinde evli bir kadınla ilişkiye girdiğini ve o kadınla evlenmek istediğini söyler. İlk başta Ali Rıza Bey bu olaya itiraz etse de daha sonra Şevket’in Ferhunde ismindeki kadını ne kadar çok sevdiğini görmüştür. Fakat, gelin Ferhunde eğlenceye ve modern hayata alışkın biridir ve evde gece toplantıları yapılmaya başlanır. Evin ortanca kızları olan Necla ve Leyla’nın eğlenceye ve lükse olan düşkünlükleri artar.Böylelikle Ferhunde’nin evdeki hakimiyeti iyice artar. Evin en büyük kızı olan Fikret bu olanlara daha fazla dayanamayacağını anlar ve Adapazarı’nda yaşayan bir adamla adamın çocuklarına bakma koşuluyla evlenmeye karar vermiştir. Fikret’in evden gidişiyle daldaki yapraklardan biri kopar. Şevket’in kazandığı para ve Ali Rıza Bey’in emekli maaşı evde yapılan eğlencelere harcanmaktadır. En sonunda elde hiçbir şey kalmaz. Şevket çareyi çalıştığı bankadan zimmetine para geçirmekte bulur. Aldığı parayı yerine koyamayınca hapse girer. Böylelikle dalın ikinci yaprağı da kopar. Ferhunde bu hayat daha fazla dayanamayacağını söyleyerek evi terk eder. Bunun sonucunda üçüncü yaprak da kopmuş olur. Daha sonra Necla da kendini zengin gösteren bir Suriyeli adam ile evlenir. Fakat mutlu değildir ve babasından yardım istemek için mektup yollar. Ali Rıza Bey ise onun bu isteğini reddeder ve yaş..... devam etmesini söyler. Böylece dalın dördüncü yaprağı da kopar. Leyla zengin bir avukatın metresi olur ve Ali Rıza Bey bunu bir arkadaşından öğrenir. Namusuna düşkün olan Ali Rıza Bey Leyla’yı evden kovar . Leyla avukatın Taksim’de tuttuğu eve yerleşir. Böylece dalın son yaprağı da kopmuş olur. Nihayetinde Ali Rıza Bey Leyla’nın eve gelmesini kabul eder ama kendisi evden ayrılacaktır. Adapazarı’nda olan kızı Fikret'in yanına gider ve Fikret'in orada mutsuz olduğunu görür. Kocası ve üvey çocuklarıyla arası iyi değildir. Bunu gören Ali Rıza Bey İstanbul’a geri döner ama birkaç gün eve gitmez. Daha sonra hasta olur ve eski bir arkadaşı sayesinde hastaneye kaldırılır. Bir gün Hayriye Hanım ve kızı Leyla hastaneye gidip onu alırlar ve Taksim’deki eve giderek yaşamlarına orada devam ederler.
Devamını okuyun →

ipek ongun- bir genç kızın gizli defteri

0
12:11


 bir genç kızın gizli defteri

Bir genç kızın gizli kitabı romanında Serra diye bir kızın yaşadıkları, herkese anlatamadıkları şeyler yazıyordur. Serra lise bire gidiyordur ve birazda içine kapanıktır. Birini sevse acaba söylesem mi beklesem mi diye hep kararsız kalmıştır. Aslında neredeyse bütün kızlar öyledir o yaşta ama Serra için bu duygu bambaşkadır. Serra aslında kendini çok çirkin gören bir kızdır biraz kilolu sivilcesi olan bir kızdır kendinden bu kusurları yüzünden nefret ediyordur. Serra’nın sevdiği çocuğun ismi Atasay’dır. Atasay çok yakışıklı uzun boylu tam sevilesi bir kişidir. Bazen arkadaşları Serra’ya üzülmesin diye önemli olanın dış güzellik değil iç güzellik olduğunu söylüyordur. Ama bunu söyleyen bütün arkadaşlarının birer sevgilisi vardır. Koskoca sınıfında Serra ve Atasay’ın bir tek sevgilisi yoktur. Serra biraz düşünmüştür. Bu bir işaret mi ? Yoksa başka bir şey mi? Serra kusurlarından nefret etse de derslerine güzel çalışıyor dur. Çalışkan hep takdir getiren bir öğrencidir. Serra yaz tatilinde biraz zayıflıyor. O kocaman gözlüklerinin yerine küçük mercekler taktırıyor. Ördüğü o saçlarını kat kat kestiriyor. Anlayacağınız çok güzel bir kız oluyor. Artık kusurlarının olmadığını düşünerek okula gitmeye hazırdır. Okullar açılmıştır. Serra’nın içindeki o aşk duygusu kalmamıştır. Nedenini bilmiyordur. Atasay Serra’dan çok hoşlanmıştır. Yeni halinden dolayı sanırsam aşık olmuştur. Ama Serra ona olan duygularını yitirmiş kalbi burkuk gibi gözüken kusurlarını yenmiş bir kız olmuştur. Biraz geçtikten sonra Serra Cüneyt diye birinin dediğine uyarak okul gazetesine giriyor. Son sınıftan 2 öğrenci vardır okul gazetesinde onlara yardım ediyordur Serra. Serra orada hikayeler yazmaya başlamıştır. Bu sayede okulda en çok konuşulan kız olmuştur. Serra buraya Cüneyt diye biriyle girmişti ve o kişiye aşık oluyorlar. Cüneyt’te onu seviyordur. Çok geçmeden sevgili olmuşlardır. Serra sevgilisiyle iyi geçindiği için bir yandan seviniyordur fakat annesi ve babası ayrıldığı için çok kötüdür. Bu yüzden hastalanıyor. Cüneyt onun acısını dindirmeye çalıştı her zaman. Daha sonra alıştı annesinin ve babasının ayrılmasına. Serra acısını dindirmeyi başarıyordur ama ondan nefret eden arkadaşları Zeynep serpil Ve Tümay yarasına neredeyse hep tuz basıyorlar. Serpil aslında kötü bir kız değildi onu kimse sevmediği için oda kötü olmuştur. Sırma Seranın kuzenlerinden biridir Bora diye bir çocuğu seviyordur Serra’nın gözü bu çocuğu hiç tutmamıştır. Ama kuzenin sevdiği için bir şey diyemiyordur. Kötü olan kızda Borayı seviyordur. Sırmanın elinden almak için elinden geleni yapar. Ama başarısız olur. Sırmanın hayatı böyle devam ederken Serra bazen sevmeyi bazense kandırılıp üzülmemeyi öğrenmiştir ve bunların hepsini bu kitapta anlatmıştır. Devamını okuyun →

sefiller

0
11:56

Sefiller Victor Hugo


Dünyanın en ünlü romanlarından bir tanesi olan Fransız yazar Victor Hugo’nun ilk olarak 1862 yılında yayınlanan kitap halen mükemmeliyetini korumaya devam etmektedir. Edebiyat dünyasında Rönesans etkisi yapan herkesi derinden etkileyen kitap dünyada mutlaka okunması gereken eserlerden bir tanesidir.
Sefiller 1862 yılında Fransızca olarak yayınlanmıştır. Eser birden fazla ciltten ve birçok kitaptan oluşmaktadır. Toplam sayfa sayısı 1900 olan eser yıllar içinde kısaltılmış ve tek kitap haline getirilmiştir. Halen orijinal haliyle birden fazla kitap şeklinde de bulunabilmektedir.

Sefiller kitabının en önemli yanı içinde gerek dönemin gerek ise günümüzün birçok duygusunu içinde barındırmasıdır. Victor Hugo insan hayatındaki sefilliğin etkisin anlatırken insan hayatında hissedebildiği tüm duyguları kitaba yansıtmıştır. Bunun yanında günlük hayatımızı etkileyen ve özellikle kitabın yazıldığı dönemde insan hayatına yön veren din, siyaset, adalet, aşk ve birçok öğeyi de kitabına yansıtabilmiştir. Tüm bu detay ve bütünlük sonrası da kusursuz bir roman ortaya çıkmıştır.

Victor Hugo Sefiller kitabını yazarken kendi yaşadığı hikayelerden de esinlenmiş ve bazılarını kitaba bire bir aktarmıştır. Kitabın baş karakteri olan Jean Valjean karakterini yazarken kendisine yardımcı olan eski bir mahkum fakat o zamanlar yardımsever bir iş adamı olan arkadaşından etkilenmiştir. Romanda geçtiği gibi bir hayat kadınını tutuklanmaktan kurtarmış ve ayaklanma hikayesinde olduğu gibi eşyalardan barikatlar yaparak direnen gençlere bizzat tanıklık etmiştir.

Sefiller romanının konusu 1815 yılında başlar ve 1832 yılına kadar devam eder. Kitabın ana karakteri olan Jean Valjean kız kardeşinin çocuğunu açlıktan kurtarmak için ekmek çalar fakat bu sırada yakalanır. Hırsızlık suçundan bey yıl mahkum olur. Fakat mahkumiyet sırasında tekrar kaçmaya çalıştığı için cezasını tamamlaması tam 19 yıl alır.

Cezası bitip yeniden özgürlüğüne kavuştuğunda artık Jean Valjean çok farklı biridir. Yeniden hayata tutunmaya çalışır fakat eski bir mahkum olduğu için toplum tarafından dışlanır. Ne açlığını giderebilecek ekmek ne de soğuk günlerde ısınabilecek bir yer bulabilir. Sonunda yolu bir piskopos ile kesişir ve piskopos ona yemek ve yatacak yer sunar. Fakat gerek hapishane döneminde gerekse sonrasında yaşadıkları Jean Vajean’ın tüm duygularını yitirmesine neden olur ve piskoposa ait tüm gümüşleri çalarak kaçar. Fakat bu kadar yük ile yakalanması uzun sürmez ve suçunu onaylaması için piskoposun karşısına getirilir. Piskopos durumu görünce gümüşleri kendisinin verdiğini, hırsızlığın söz konusu olmadığını söyleyerek onun serbest bırakılmasını sağlar. Dahası ona iki gümüş şamdan daha verir ve karşılığında tek bir şey ister. Tüm bu gümüşleri iyi bir insan olma yolunda kullanmasını ister. Bu olay Jean Valjean’ın yok olan duygularını yeniden kazanmasını sağlar.

Yıllar geçer ve Jean Valjean sahte bir kişilik ile iş hayatına atılır ve çok başarılı olur. O artık zengindir ve kasabanın en yardımsever ve sevilen kişilerinden birisidir. Fakat geçmişi onu takip etmeye devam eder ve onun gerçek kişiliğinden sadece polis şefi Javert şüphelenir. Fakat Jean Valjean’ın unvanı nedeni ile elinden bir şey gelmez. Bu zaman diliminde Jean Vajean’ın gelecek hayatını etkileyen bir kadın hayatına girer.

Fantine ufak bir kızı olan fakir bir işçidir. Dönemin ahlak anlayışı babası belli olmayan bir çocuğa pek sıcak değildir ve bu yüzden işi kaybetmek zorunda kalır. Çocuğuna yemek sunabilmek için her şeye yapmaya hazırdır ve ahlak anlayışı nedeni ile dışlanan kadın yine ahlak anlayışı nedeni ile hayat kadınlığına sürüklenir. Günün birinde tutuklanma tehlikesine karşı onu Jean Valjean kurtarır ve hastaneye yatırır. Fakat Fantine yaşadıklarına daha fazla dayanamaz ve ölür. Jean Valjean’dan kızına sahip çıkmasını ister.

Jean Valjean’ın hayatı temiz kalbi nedeni ile bir kez daha değişir. Kendisine benzeyen ve Jean Valjean olduğu iddiası ile masum biri tutuklanır. Kendi yerine başkasının tutuklanmasını vicdanına sığdıramaz ve gerçek kimliğini açıklar. Fakat Fantine verdiği sözü yerine getirebilmek için bir kez daha kaçar ve Cosette’yi himayesi altına alarak yeni bir hayata başlar.

Yıllar tekrar ileri sarar ve Cosette artık büyümüş ve güzel bir kız olmuştur. Jean Valjean kaçak hayatına bir şekilde devam eder fakat polis şefi Javert peşini bırakmaz. Cosette Marius adındaki gence aşık olur. Fakat Javert Jean Valjean’ın izini bulunca birbirlerinden ayrılmak zorunda kalırlar. Bu sırada ihtilal başlar ve Marius ayaklananların arasında yer alır.

Ayaklanma sırasında Javert yakalanır ve esir düşer. İdam edileceği zaman Jean Valjean ortaya çıkar ve idam etme görevi ona verilir. Fakat Jean Valjean Javert’in kaçmasına izin verir. Bu sırada ihtilal sert bir şekilde bastırılır ve Marius yaralanır. Onu ölümden ise yie Jean Valjean kurtarır. Marius’un tüm arkadaşları öldürülür ve Jean Valjean yaralı Marius’u hastaneye götürürken Javert’e yakalanır. Fakat Jean Valjean ölümü göze alarak Marius’u hastaneye götürür ve Javert hiç bir şey yapamaz. Bunun üzerine görevini yerine getiremediği ve duygularını işine karıştırdığı için intihar eder.

Marius iyileşir ve Cosette ile evlenir. Jean Valjean, Javert’e verdiği sözü tutarak teslim olmaya gider fakat Javert’in öldüğünü öğrenir. Bir süre sonra kendisi de hayata veda eder. Bir zamanlar piskoposun ona hediye ettiği iki şamdanı yanından hiç ayırmamıştır ve öldükten sonra da şamdanlar mezarının başucuna konulur.

Sefiller kitap okumayı seven ya da sevmeyen herkesin okuması gereken tam bir klasik. Duygusal yoğunluğu nedeni ile yediden yetmişe herkesi etkilemeyi başarıyor. Bu yüzden olsa gerek yıllar içinde hiç unutulmadı ve bir çok film, dizi, tiyatro ve esere dönüştürülerek tekrar tekrar karşımıza çıkmaya devam ediyor Devamını okuyun →

uçurtma avcısı özet

0
11:52

 


Uçurtma Avcısı Khaled Hosseini


Sovyetler Birliğinin Afganistan’ı işgali ile birlikte bir çok dram yaşanmıştır ve tarihte bunu dramı en mükemmel anlatan kitap Uçurtma Avcısı’dır. Olaylara iki çocuğun gözünden mükemmel bir dram ile bakan kitabın yazarı Khaled Hosseini (Halit Hüseyni) en ünlü Afgan yazarlardan biri haline gelmiştir.

Emir ve Hasan birlikte büyüyen çok iyi arkadaş olan iki süt kardeştir. Emir’in babası bölgede nüfuzlu ve yardımsever biri olarak tanınır. Hasan’ın babası ise Emir’in babasının hizmetlisidir. Herşey mükemmel giderken Emir ve Hasan başlarını belaya sokarlar ve Hasan Emir’i kurtarmak için kendini öne atar. Emir ona destek olmak yerine oradan kaçar ve Hasan’ı kaderi ile başbaşa bırakır. Hasan hayatı boyunca unutamayacağı bir şiddete maruz kalır ve Emir bunu sadece uzaktan izlemekle yetinir.

Emir bu olanlardan dolayı büyük utanç duyar ve bir daha Hasan’ın yüzüne bakamaz. Fakat birlikte yaşadıkları için duyduğu utanç ile hergün yüzleşmek zor gelir ve Hasan’a bir tuzak kurarak onu hırsız gibi gösterir ve böylece babasının işten atılmasına sebep olur. Her ne kadar Emir’in babası bu olayı görmezden gelip Hasan’ı affetsede Hasan’ın babası bu utanca dayanamaz ve oğlunu alıp bölgeyi terk eder.

Bu sırada Sovyet işgali başlar ve Emir ile babası herşeyleri kaybederler. Bunun üzerine ellerinde kalanlar ile birlikte Amerika’nın yolunu tutmak zorunda kalırlar. Fakat yeni hayatta Emir’in içinde bulunduğu duruma değiştirmek ve geçmişinden gelen pişmanlık ve utanç ile yaşamak zorunda kalır.

Aradan yıllar geçer ve büyümüş olan Emir Afganistan’dan bir telefon alır. Arayan kişi Hasan’ın başının tehlikede olduğunu ve yardıma ihtiyacını olduğunu belirtir. Bunun üzerine vicdanını rahatlatma fırsatı bulan Emir Amerika’daki hayatını bırakıp Afganistan’a geri döner. Döndüğünde ise herşeyin daha kötüye gittiğini görür. Dahası Hasan ölmüştür fakat onun da bir oğlu vardır. Oğlunu kurtarmak için ise yıllar önce kaçmayı tercih ettiği gibi bir olay ile karşılaşır. Ya tekrar kaçıp ikinci kez vicdanı ile başbaşa kalacaktır yada bu kez karşı koyup Hasan’ın oğlunu kurtarıp ona olan borcunu ödeyecektir.

Devamını okuyun →

reşat nuri GÜNTEKİN- çalıkuşu

0
11:35
Reşat Nuri GÜNTEKİN – Çalıkuşu
KİTABIN KONUSU:
Evleneceğinden önceki gün Feride nişanlısı Kâmran’ın daha önceden kendisini aldattığını öğrenir. Bunun üzerine Feride kaldığı teyzesinin evini terk eder ve Fransız Lisesi’nde aldığı eğitime güvenerek Anadolu’da öğretmenlik yapmaya karar verir. Anadolu’nun çeşitli şehirlerindeöğretmenlik yapar. Bu görevi sırasında Feride Anadolu insanının sorunlarıyla karşı karşıya gelir. Genç ve güzel bir kadın olan Feride gittiği yerlerde rahata eremeyecek sürekli yapılan dedikodular nedeniyle günleri üzüntü içinde geçecektir.
KİTABIN ÖZETİ:
          Feride hareketli, yaramaz ve aynı zamanda da dışarı hiçbir zaman vurmasa bile duygusal bir kızdır. Üç yaşına kadar Musul’da yaşamış olan Feride buradaki kuraklıktan dolayı ailesi ile birlikte Kerbelâ’ya göçmüştür. İstanbul’a göçmeden önce altı yaşındayken annesini kaybeder. Bundan sonra Feride teyzesinin yanına İstanbul’a gelir. İstanbul’da yeni akrabalarıyla tanışan Feride, burada da yaramazlıklarını sürdürür. Yalnız bir tek Besime Teyzesinin oğlu olan Kâmran’a karşı çekingenliği ve cesaretsizliği vardır. Kâmran ise yaşça Feride’den büyüktü ve çok uslu ve ağırbaşlı biridir. Feride dokuz yaşındayken de büyükannesini kaybetmiştir. Sonra Feride on sene boyunca okuyacağı Sör Mektebi’ne yazılır. Okula başladıktan kısa bir süre sonra da babasını kaybeder. Yaramazlıklarına okulda da devam eden Feride   bu yüzden arkadaşlarından ayrı bir şekilde tek başına oturtulmuştur.
          Feride birçok kişinin cesaret edemeyeceği işlerde yapardı. Meselâ her teneffüs okullarındaki ağaca tırmanır ve daldan dala atlardı. İşte bunu gören muallim ona “Bu kız insan değil ÇALIKUŞU”  diye bağırmış ve o günden sonra Feride’nin adı ÇALIKUŞU olarak kalmıştır.
          Feride ile Kâmran genelde birbirleriyle kavga ederler. Ama ikisinin esas ilişkisi Feride’nin yine ağacın üstündeyken bir akşam Kâmran ile Neriman adında dul bir kadının konuşmalarını duymalarıyla başlar. Bu günden sonra Kâmran Feride’den  korkmaya başlamıştır ve ona, bu olayı kimseye anlatmaması için, düzenli aralıklarla hediyeler gönderir. Fakat bu hediyeler Feride’yi kızdırıyordur. Bir yaz Feride Tekirdağ’a başka bir teyzesini yanına gider. Teyzesinin kızı Müjgân Feride’nin çok sevdiği, ağırbaşlı ve Feride’ye ailede tek söz geçirebilen kişidir. Feride okulda, arkadaşları kendi sevgililerinden konuşurlarken o da konunun dışında kalmamak için, Kâmran’ı kendi sevgilisi gibi anlatmıştır. Feride bunu Müjgân ablasına anlattığı zaman , Müjgân, Feride’nin Kâmran’ı sevdiğini anlar ve her zaman Feride’nin ağzından Kâmran’la ilgili laf almaya çalışır. Kâmran Müjgân’ın da düşündüğü gibi o yaz Tekirdağ’a gider. Bir gün salıncakta sallanırken Kâmran Feride’ye evlenme teklif eder ve daha sonra nişanlanırlar.
          Feride Müjgân ablasının önceden de tahmin ettiği gibi Kâmran’ı çok seviyordur fakat nedense Kâmran’a karşı çok çekingen davranıyordur. Onunla yan yana gelmemeye özen gösteriyor ve doğru düzgün konuşmuyordur. Kısaca Kâmran’dan kaçıyordur.
          İstanbul’a döndükten bir süre sonra Kâmran, amcasının teklifini Feride ile birlikte değerlendirir ve en sonunda memuriyetini yapmak için amcasının yanına Avrupa’ya gitmeye karar verir. Bu memuriyet dört sene olmasına rağmen ikisi için de çabuk geçer. Fakat düğüne üç gün kala hiç beklenmedik bir olay olur. Feride bahçede dolaşırken kapının önünde siyah çarşaflı bir kadın görür ve o kadın Feride’ye  Kâmran’ın Avrupa’da başka bir kadını sevdiğini söyler. Yanında Kâmran’ın yazdığı bir mektubu getirir. Bu olayı öğrenen Feride derhal evi terk eder ve kendi hayatını kurmak ve yaşamak için Anadolu’ya gitmeye karar verir.
          İstanbul’dan çıkmadan önce Feride annesini dadısı olan Gülmisal Kalfanın evinde kalır. Yaklaşık bir bir buçuk aylık bir beklemeden sonra Bursa’nın merkez rüştiyesinde Coğrafya ve Resim muallimliğine tayin edilir. Fakat Feride Bursa’ya gittiğinde bir başkasının daha aynı göreve atandığını görür. Bir aylık bir beklemeden sonra bu görev Feride’ye çıkartılmıştır. Fakat Feride müdürün ısrarcı teklifleri ve diğer öğretmenin ağlayışları ile hazırlanan bu tuzağa, hayat tecrübesi olmadığı ve kalbinin çok temiz olması nedeniyle düşerek, görevinden istifa edip Bursa’nın yakınında Zeyniler Köyünde muallimliğe geçer. Müdürün Feride’yi kandırmak için öve öve bitiremediği Zeyniler Köyü daha doğru dürüst yolu olmayan hatta okulu bile ahırdan bozma bir yerdir.
          Feride önceleri hiç sevmediği o can sıkıcı ve karanlık yeri alıştıkça sevmeye başlıyordur. Bu köyde hemen derse başlamış ve öğrencilerle iyi ilişkiler kurmuştur. Fakat öğrencilerinin arasında Munise adında bir kız onu çok etkilemiştir. Bu kız babası ve ablasıyla kalıyordur. Bu kızı çok sevdiği için onunla diğerlerine oranla daha fazla ilgileniyordur. Bir gün Munise bir kabahat işler ve babası onun üzerine yürüyünce evden kaçar. Karlarla bir gün boğuştuktan sonra Munise Feride’ye sığınmaya karar verir. Feride bu olay üzerine, Munise’nin  babasından da izin alıp onu evlatlık edinir.
          Feride her geçen gün bu küçük köye alışmaktadır. Bir gün köye bir müfettiş gelir ve okullarını ziyaret eder. Daha önceden de belirttiğim gibi ahırdan bozma bu okulu müfettiş gördüğünde bu okulda ders yapılamayacağını söyler ve okulu kapatmaya karar verir. Feride’ye ise onu başka bir okula tayin edeceğini söyler. Feride, Maarif Müdürünün yanına gittiğinde müdür ona açıkta yer olmadığını söyler. Ama müdürün odasında eski bir arkadaşını görüp, onunla Fransızca konuşmaya başlayınca bu olay sayesinde Bursa Darülmuallimatında çalışmaya başlar.
          Feride bu okulda da çok mutlu olmuş ve yine öğrencilerle çok iyi ilişkiler kurmuştur. Artık Feride çok güzel bir genç kız olmuştur. Bu güzelliği nedeniyle kendisine Bursa’da “ipekböceği” ismini takarlar. Okul çok iyi gidiyordur fakat okulda çok sevdiği ve kendisine çok yakın hissettiği Şeyh Yusuf Efendi, Feride’ye aşık olmuştur. Üstelik bunu Feride’den başka herkes bilmektedir. Bir gün bunu bir arkadaşı Feride’ye söyleyince Feride çok utanır ve artık insan içine çıkamaz olur. Çünkü Şeyh Yusuf hastalanıp ölünce Feride’ye herkes suçluymuş gibi bakar ve Feride buna daha fazla dayanamayarak Çanakkale’ye gider.
          Maarif Müdürünün emriyle Çanakkale Rüştiyesi’ne emri çıkan Feride, Munise’yi de alarak Çanakkale’ye yerleşir. Fakat güzelliği burada da herkesin dikkatini çeker ve bu sefer ona “Gülbeşeker” ismini takarlar. O çevrenin en zengin ailesinin kızlarının öğretmenliğini yapan Feride, kızın da isteğiyle konağa davet edilir. Fakat bu davetin sebebi başkadır. Konağın sahibi Nerime Hanımın  amcasının oğlu İhsan, Feride’yi beğenmiştir. Davetin esas sebebi evlenme teklifidir. Fakat Feride bu teklifi herkesi şaşırtacak şekilde reddeder. Bu olaydan kısa bir süre sonra Hafız Kurban Efendi adında evli bir adamdan daha evlenme teklifi alan Feride bu teklifi de reddeder. Tabii Feride artık sokağa çıkamaz olmuştu.
          Bir süre sonra da Nazmiye adında bir arkadaşının davetini iyi niyeti nedeniyle kabul eden Feride başına neler geleceğini bilmiyordur. Arkadaşı Feride’ye nişanlısını ve nişanlısının en yakın arkadaşı olan Burhanettin adında birini tanıştırır. Daha sonra yemeğe indiklerinde bütün salon Burhanettin ve Gülbeşeker diye inliyordur. Bu davet aslında Burhanettin Bey ile Feride’nin arasını yapmak için düzenlenmiştir. Bu olaydan sonra Feride artık Çanakkale’de de daha fazla kalamayacağını anlar ve okulun müdiresinin birkaç yakın arkadaşı ile görüşmek için İzmir’e gider.
          Fakat burada işler istediği gibi gitmez. En sonunda oranın en zenginlerinden birinin kızlarına Fransızca dersi vermeyi kabul eder. Artık Feride ve Munise köşkte kalıyorlardır. Fakat köşkün sahibinin oğlu Cemil Bey gece Feride’yi merdivenlerde sıkıştırır. O evden ayrılmadan önce Kâmran’ın önceki yaz evlendiği haberini alır. Daha sonra Maarif İdaresine gittiği zaman Kuşadası’nda Türkçe ve resim muallimine ihtiyaç olduğunu öğrenir. Feride bu görevi kabul ettikten sonra, Anadolu yolculuğunda son durağı olan Kuşadası’na hareket eder.
          Kuşadası’nda okulu istediği gibi yöneten Feride burada da mutluluğu bulmuştur. Ancak Kuşadası’na gittikten bir ay sonra muharebe başlar ve okul,  kumandanlığın emriyle hastaneye dönüştürülür. Feride, daha önce Zeyniler’de tanıştığı bir doktoru, Hayrullah Bey’i, burada tekrar görünce, onun ısrarı sonucu hastane de hemşirelik yapmaya başlar. Hemşireliğe başladıktan bir ay sonra Feride’nin hastası İhsan Bey olur. İhsan Bey muharebede ağır yaralanmış ve ameliyat edilmiştir. Feride hem İhsan Bey’e acıdığı hem de Kâmran’ı unutmak için, İhsan Bey’e evlenme teklifi etmiş fakat kendine acındığını anlayan İhsan Bey bu teklifi reddetmiştir.
          Muharebe bittikten sonra mektep tekrar kurulur ve Feride “Müdire” olur. Fakat acılar burada da Feride’yi bırakmaz ve Feride Munise’yi toprağa vermenin üzüntüsü ile tam on yedi gün boyunca kendine gelemez. Onun bu durumunu gören ve onu bir kızı gibi seven Hayrullah Bey, Feride’yi iyileşinceye kadar bekler ve onu yanına alır. Bu olaydan sonra Feride artık Hayrullah Bey ile birlikte kalmaya başlar. Fakat Feride’nin Hayrullah Bey’in yanında kalması halk tarafından hoş karşılanmaz ve ikisi hakkında kötü dedikodular çıkar. Bunun üzerine Hayrullah Bey dedikoduları engellemek için Feride ile evlenir.
          Feride ise evlenmeyi kabul ederken hayatında ilk ve tek sevdiği Kâmran’dan da ayrılmış oluyordu. Bu durumu anlayan Hayrullah Bey ölmeden önce son isteği olarak Feride’den  İstanbul’a  gitmesini ister ve Feride’ye Kâmran’a iletmesi için bir mektup verir. Bu mektupta Kâmran’a Feride’nin kendisini ne kadar sevdiğini yazar. Ayrıca mektubun içine bu kitabı oluşturan Feride’nin günlüğünü de koyar.
          Feride bu son istek üzerine İstanbul’a gittiğinde Kâmran’ı ne kadar sevdiğini bir kez daha anlar. Kâmran’da evlendiği kadını kaybetmiştir. Ayrıca Kâmran evlense bile yalnızca Feride’yi sevmiştir. Kâmran bu günlüğü okuyunca Feride’nin de kendisini sevdiğini anlar. Bunu amcasına anlattığında amcası ve Kâmran, Feride’nin haberi olmadan kadıya giderler ve nikâh kıydırırlar. Böylece Feride bu kadar acıdan sonra haberi olmadan hayatta en çok istediği kişiyle evlenir ve en sonunda mutluluğu bulur.
KİTABIN ANAFİKRİ:
Bence bu kitabı okuduktan sonra şöyle bir yargıya ulaşabiliriz:  “Bazı olaylardan kaçmakla, onlardan kurtulamayız.”
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
            Çalıkuşu’ndaki  kahramanlar aslında hayatımızda her an karşılaşabileceğimiz , içimizden  birileri.Kahramanların hiçbiri ütobik özellikleri olmayan , karakterleri tam olarak anlaşılabilen kişilerden oluşmuştur.
            Kahramanlardan baş kahraman hepinizinde bildigi gibi , dizi filminde Aydan Şener’in canlandırdığı Feride diğer bir ismiyle Çalıkuşu. Feride küçüklüğünde heyecanlı , hareketli tam anlamıyla yaramazlıktan bıkmayan bir kişiliğe sahip.Çalıkuşu ismini de Fransız Kolejinde öğrenim görürken tenefüslerde ağaca çıkıp daldan dala atladığını gören bir öğretmeninin :
“ Bu çocuk insan değil,çalıkuşu “ diye bağırmasından almıştır . Feride adı ise bayram elbiseleri gibi pek sayılı günlerde kullanılan resmi bir ismi olarak kalmıştır.
            Feride öğretmenliğe başlamasıyla gittiği her yerde , güzelliğiyle herkes tarafından aşık olunan , Gülbeşeker,İpekböceği  gibi türlü isimler takılan biri olur.Hakkında dedikodular olur.Fakat o Kâmran’ı kalbinden atamamasına rağmen Kâmran ile evliliğine üç gün kala öğrendiği ; Kâmran ‘ ın başkasıyla birlikte olduğu haberi , Kâmran’a karşı nefret dolu olmasına sebep olur .Bu öyle bir nefrettir ki  Kâmran’la ilgili olan herşeyden nefret duymaya başlar . Örneğin yeşillikten nefret etmesinin sebebi Kâmran ‘ın yeşil gözlü olmasından dolayıdır. Ama Kâmran’ı  unutmak için de öğrencilerine , bulunduğu çevreye birşeyler kazandırmayı , gülmeyi öğretmeyi isteyen gönlü çok geniş birisidir.  Ayrıca Feride Türk romanında ilk ideal kahramandır , bu yönüyle pek çok öğretmene direnç vermiştir.
                Kâmran ise uslu ,okumuş , nazik birisi aynı zamanda Feridenin kuzeni . Kız ayağı gibi küçücük ayaklarında beyaz podüsüet iskarpinleri ,ipek çorapları,yürürken ince bir dal gibi sallanıyor zannedilen narin vücuduyla erkekten ziyade kıza benzeyen birisi . Fakat Kâmran Feridenin deyimiyle yere bakan yürek yakan cinsinden sinsi bir sarı çıyandır.Bayanlara  karşı zaafı olan birisidir.Ama Feride’ye karşı daha farklı bir ilgisi vardır, Kâmran evlenmesine  rağmen hala onu sevmektedir.
            Munise küçük bir kızdır . Babası ihtiyar bir köy memuru olan ve üvey annesinden bayağı eziyetler gören bir çocuktur. Feride bu çocuğa karşı özel bir alaka duyuyor ve daha sonra köyün muhtarını aracı yaparak onu yanına alıyor ve beraber yaşıyorlar . Munise bembeyaz denecek kadar uçuk  sarı saçlı , duru beyaz tenli , melek gibi güzel çehreli bir çocuk . Munise küçük yaşına rağmen görmüş geçirmiş gibi Ferideyle konuşuyor , Feridenin dert ortağı oluyor .
            Müjgân Feride’nin kuzeni.Feride’den  üç yaş büyük .Feride akraba çocukları arasında en ziyade onu seviyor.Müjgân Feridenin tam zıddı.Çok ağırbaşlı, ayrıca her istediğini yaptıran birisi.Romanın sonunda Kâmran’la Feridenin yeniden beraber olmalarını sağlamak  için uğraşıyor.
            Dr.Hayrullah Bey çok gün görmüş , temiz kalpli orta yaşın üstunde ihtiyar denecek birisi.Hastalara yardımcı olmayı amaç edinmiş , bu yüzden köy köy çağrıldığı yere hiç çekinmeden giden Dr.Hayrullah Bey Feridenin durumunu da en iyi bilen birisidir.
            Ayrıca Mişel  Fransız Kolejindeki arkadaşı , Hatice Hanım Zeyniler Köyündeki okulda daha çok dini derslere giren birisi ,Besime Hanım ise Kâmran’ın annesi .
KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Hem bir aşk hem de bir macera romanı olarak değerlendirilebilecek bu eser, günlük konuşma diliyle yazılmış ve bu yüzden geniş halk kitleleri tarafından beğeni kazanmıştır. Yazarın, olayları ülke gerçeklerinden ve eserin yazıldığı zamandan soyutlamadan ele alması sebebi ile, o zamanları göremeyen yeni kuşaklar için bir takım yabancılıklar görülebilir. Örneğin o zamanlarda çok popüler olan Fransızca terimler ve eski Osmanlıca kelimeler sıkça kullanılmıştır. Buna rağmen yazarın anlatımdaki sadelik ve akıcılık bu yabancı kelimelerin anlamlarını kendiliğinden ortaya koymakta, hiç olmazsa çok zor anlaşılacak noktalar bırakmamaktadır.
          Tasvirlerin oldukça fazla olması, hatta kitabın önemli bir bölümünü işgal etmesi, okurun, kendisini olayların içinde gibi hissetmesini sağlamaktadır. Özellikle insanın ruh halini mükemmel benzetmelerle tasvir eden yazar, bunu yaparken tabiat güzelliklerini, tabiat olaylarını sıkça kullanmıştır.  Mekân tasvirleri ise okuru adeta olayların içine alıp, o mekânlarda yaşatmaktadır.
Devamını okuyun →

21 Ekim 2014 Salı

edip cansever

0
10:48



EDİP CANSEVER


8 Ağustos 1928'de İstanbul'da doğdu. Bodrum'da tatildeyken beyin kanaması geçirdi, tedavi için getirildiği İstanbul'da 28 Mayıs 1986'da yaşamını yitirdi. İstanbul Erkek Lisesi'ni bitirdi. Kapalıçarşı'da turistik eşya ve halı ticareti yapmaya başladı. 1976'dan sonra yalnızca şiirle uğraştı. İlk şiiri 1944'te İstanbul dergisinde yayınlandı. Yücel, Fikirler, Edebiyat Dünyası, Kaynak dergilerinde çıkan ilk gençlik şiirlerini "İkindi Üstü" kitabında topladı. Bu şiirlerde varlıklı, her şeye yaşama sevinciyle bakan bir gencin avarelikleri, duyguları ön plandaydı. 1951'de "Nokta" dergisini çıkardı. Bu dergi genç şairlerle ve yazarlarla tanışmasını sağladı.İlk kitabından 7 yıl sonra yayınladığı "Dirlik Düzenlik" bu dönemin ürünüdür. Bu kitaptaki şiirlerde düşünceyi diliçinde eritmeye yönelen, özlü bir söyleyiş ve çarpıcı biçim arayan, toplumsal eleştiri için mizah aracını kullanan bir tutum görüldü.1957'de yayınlanan "Yerçekimli Karanfil" ile kendisine özgü bir şiir evreni kurdu. İkinci Yeni akımının özgün örneklerini verdi. Yenilik, Pazar Postası, Yeni Dergi gibi dönemin sanat yayınlarında şiirsel canlılığı besleyen şairlerden biri oldu.Şirinde zamanla sevinç yerini bunalıma, toplumsal dengesizlikleri eleştirme kaygısı yerini yıkıcı bir umutsuzluğa bıraktı. "Dize işlevini yitirdi" gerekçesiyle yeni arayışlara yöneldi.Şiirde tiyatrodan esinlenen diyaloglar kullandı. "Nerde Antigone", "Tragedyalar", "Çağrılmayan Yakup" bu dönemin ürünleri. Yine de İkinci Yeni içindeki bazı şairler gibi anlamsızlığı savunmadı. Kapalı, anlaşılması güç, yine de anlamdan ayrılmayan bir şiire yöneldi. Çok farklı imgeler kullanırken bile düşünce öğesini gözardı etmedi.Yapıtlarına tutarlı bir bütünlük kazandırdı. Şiirinde düzyazı olanaklarını kullanmaktan da çekinmedi. Yalnız şiirleriyle değil tepkileri ve yaşama biçimiyle de kendisinden söz ettirdi. Sürekli yazan, yayınlayan bir şair olarak ilgileri hep üstünde tuttu.

Edip Cansever Eserleri:

ŞİİR: İkindi Üstü (1947) Dirlik Düzenlik (1954) Yerçekimli Karanfil (1957) Umutsuzlar Parkı (1958) Petrol (1959) Nerde Antigone (1961) Tragedyalar (1964) Çağrılmayan Yakup (1966) Kirli Ağustos (1970) Sonrası Kalır (1974) Ben Ruhi Bey Nasılım (1976) Sevda ile Sevgi (1977) Şairin Seyif Defteri (1980) Yeniden (1981) Bezik Oynayan Kadınlar (1982) İlkyaz Şikayetçileri (1984) Oteller Kenti (1985)DÜZYAZI: Gül Dönüyor Avucumda (Ölümünden sonra 1987)ÖDÜLLERİ: 1958 Yeditepe Şiir Armağanı Yerçekimli Karanfil ile1977 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü Ben Ruhi Bey Nasılım ile1982 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü Yeniden ile Devamını okuyun →

kolay ayraç :)

0
10:45
Resim yazısı ekle

Devamını okuyun →