22 Ekim 2014 Çarşamba

0
12:24

yaprak dökümü


 Ali Rıza Bey, hayatını memuriyetle devam ettiren, namusuna ve ahlaka son derece düşkün beş çocuklu bir ailenin babasıdır. Trabzon’da çalıştığı bir iş yerinden ayrıldıktan sonra İstanbul’a gelip Bağlarbaşı’ndaki babadan kalma eve yerleştiler. Bir süre işsiz gezdikten sonra, Muzaffer adındaki eski öğrencisinin ona sağladığı imkanla işe girer.Her şey kızları Leyla ve Necla’nın arkadaşları olan Leman'ın Ali Rıza Bey’den iş istemesiyle başlar. Ali Rıza Bey Leman’a çalıştığı yerde bir iş bulmuştur; fakat Leman bir süre sonra patronu Muzaffer Bey’le bir ilişki yaşar ve hamile kalır. Ali Rıza Bey bunu duyunca kendini suçlar ve Muzaffer Bey’den Leman ile evlenip onun namusunu temizlemesini ister.Patronu bunu kabul etmeyince Ali Rıza Bey bu olayı gururuna yediremeyip işten ayrılır. Daha sonra oğlu Şevket’in bir iş bulduğunu öğrenince bir parça sevinmiştir. Fakat bir süre sona Ali Rıza Bey’in karısı Hayriye Hanım ve kızları Necla ile Leyla artık eve para getirmediği için ona saygı duymuyorlar ve onu aşağılıyorlardır. Bir gün, Şevket işyerinde evli bir kadınla ilişkiye girdiğini ve o kadınla evlenmek istediğini söyler. İlk başta Ali Rıza Bey bu olaya itiraz etse de daha sonra Şevket’in Ferhunde ismindeki kadını ne kadar çok sevdiğini görmüştür. Fakat, gelin Ferhunde eğlenceye ve modern hayata alışkın biridir ve evde gece toplantıları yapılmaya başlanır. Evin ortanca kızları olan Necla ve Leyla’nın eğlenceye ve lükse olan düşkünlükleri artar.Böylelikle Ferhunde’nin evdeki hakimiyeti iyice artar. Evin en büyük kızı olan Fikret bu olanlara daha fazla dayanamayacağını anlar ve Adapazarı’nda yaşayan bir adamla adamın çocuklarına bakma koşuluyla evlenmeye karar vermiştir. Fikret’in evden gidişiyle daldaki yapraklardan biri kopar. Şevket’in kazandığı para ve Ali Rıza Bey’in emekli maaşı evde yapılan eğlencelere harcanmaktadır. En sonunda elde hiçbir şey kalmaz. Şevket çareyi çalıştığı bankadan zimmetine para geçirmekte bulur. Aldığı parayı yerine koyamayınca hapse girer. Böylelikle dalın ikinci yaprağı da kopar. Ferhunde bu hayat daha fazla dayanamayacağını söyleyerek evi terk eder. Bunun sonucunda üçüncü yaprak da kopmuş olur. Daha sonra Necla da kendini zengin gösteren bir Suriyeli adam ile evlenir. Fakat mutlu değildir ve babasından yardım istemek için mektup yollar. Ali Rıza Bey ise onun bu isteğini reddeder ve yaş..... devam etmesini söyler. Böylece dalın dördüncü yaprağı da kopar. Leyla zengin bir avukatın metresi olur ve Ali Rıza Bey bunu bir arkadaşından öğrenir. Namusuna düşkün olan Ali Rıza Bey Leyla’yı evden kovar . Leyla avukatın Taksim’de tuttuğu eve yerleşir. Böylece dalın son yaprağı da kopmuş olur. Nihayetinde Ali Rıza Bey Leyla’nın eve gelmesini kabul eder ama kendisi evden ayrılacaktır. Adapazarı’nda olan kızı Fikret'in yanına gider ve Fikret'in orada mutsuz olduğunu görür. Kocası ve üvey çocuklarıyla arası iyi değildir. Bunu gören Ali Rıza Bey İstanbul’a geri döner ama birkaç gün eve gitmez. Daha sonra hasta olur ve eski bir arkadaşı sayesinde hastaneye kaldırılır. Bir gün Hayriye Hanım ve kızı Leyla hastaneye gidip onu alırlar ve Taksim’deki eve giderek yaşamlarına orada devam ederler.

0 yorum:

ipek ongun- bir genç kızın gizli defteri

0
12:11


 bir genç kızın gizli defteri

Bir genç kızın gizli kitabı romanında Serra diye bir kızın yaşadıkları, herkese anlatamadıkları şeyler yazıyordur. Serra lise bire gidiyordur ve birazda içine kapanıktır. Birini sevse acaba söylesem mi beklesem mi diye hep kararsız kalmıştır. Aslında neredeyse bütün kızlar öyledir o yaşta ama Serra için bu duygu bambaşkadır. Serra aslında kendini çok çirkin gören bir kızdır biraz kilolu sivilcesi olan bir kızdır kendinden bu kusurları yüzünden nefret ediyordur. Serra’nın sevdiği çocuğun ismi Atasay’dır. Atasay çok yakışıklı uzun boylu tam sevilesi bir kişidir. Bazen arkadaşları Serra’ya üzülmesin diye önemli olanın dış güzellik değil iç güzellik olduğunu söylüyordur. Ama bunu söyleyen bütün arkadaşlarının birer sevgilisi vardır. Koskoca sınıfında Serra ve Atasay’ın bir tek sevgilisi yoktur. Serra biraz düşünmüştür. Bu bir işaret mi ? Yoksa başka bir şey mi? Serra kusurlarından nefret etse de derslerine güzel çalışıyor dur. Çalışkan hep takdir getiren bir öğrencidir. Serra yaz tatilinde biraz zayıflıyor. O kocaman gözlüklerinin yerine küçük mercekler taktırıyor. Ördüğü o saçlarını kat kat kestiriyor. Anlayacağınız çok güzel bir kız oluyor. Artık kusurlarının olmadığını düşünerek okula gitmeye hazırdır. Okullar açılmıştır. Serra’nın içindeki o aşk duygusu kalmamıştır. Nedenini bilmiyordur. Atasay Serra’dan çok hoşlanmıştır. Yeni halinden dolayı sanırsam aşık olmuştur. Ama Serra ona olan duygularını yitirmiş kalbi burkuk gibi gözüken kusurlarını yenmiş bir kız olmuştur. Biraz geçtikten sonra Serra Cüneyt diye birinin dediğine uyarak okul gazetesine giriyor. Son sınıftan 2 öğrenci vardır okul gazetesinde onlara yardım ediyordur Serra. Serra orada hikayeler yazmaya başlamıştır. Bu sayede okulda en çok konuşulan kız olmuştur. Serra buraya Cüneyt diye biriyle girmişti ve o kişiye aşık oluyorlar. Cüneyt’te onu seviyordur. Çok geçmeden sevgili olmuşlardır. Serra sevgilisiyle iyi geçindiği için bir yandan seviniyordur fakat annesi ve babası ayrıldığı için çok kötüdür. Bu yüzden hastalanıyor. Cüneyt onun acısını dindirmeye çalıştı her zaman. Daha sonra alıştı annesinin ve babasının ayrılmasına. Serra acısını dindirmeyi başarıyordur ama ondan nefret eden arkadaşları Zeynep serpil Ve Tümay yarasına neredeyse hep tuz basıyorlar. Serpil aslında kötü bir kız değildi onu kimse sevmediği için oda kötü olmuştur. Sırma Seranın kuzenlerinden biridir Bora diye bir çocuğu seviyordur Serra’nın gözü bu çocuğu hiç tutmamıştır. Ama kuzenin sevdiği için bir şey diyemiyordur. Kötü olan kızda Borayı seviyordur. Sırmanın elinden almak için elinden geleni yapar. Ama başarısız olur. Sırmanın hayatı böyle devam ederken Serra bazen sevmeyi bazense kandırılıp üzülmemeyi öğrenmiştir ve bunların hepsini bu kitapta anlatmıştır.

0 yorum:

sefiller

0
11:56

Sefiller Victor Hugo


Dünyanın en ünlü romanlarından bir tanesi olan Fransız yazar Victor Hugo’nun ilk olarak 1862 yılında yayınlanan kitap halen mükemmeliyetini korumaya devam etmektedir. Edebiyat dünyasında Rönesans etkisi yapan herkesi derinden etkileyen kitap dünyada mutlaka okunması gereken eserlerden bir tanesidir.
Sefiller 1862 yılında Fransızca olarak yayınlanmıştır. Eser birden fazla ciltten ve birçok kitaptan oluşmaktadır. Toplam sayfa sayısı 1900 olan eser yıllar içinde kısaltılmış ve tek kitap haline getirilmiştir. Halen orijinal haliyle birden fazla kitap şeklinde de bulunabilmektedir.

Sefiller kitabının en önemli yanı içinde gerek dönemin gerek ise günümüzün birçok duygusunu içinde barındırmasıdır. Victor Hugo insan hayatındaki sefilliğin etkisin anlatırken insan hayatında hissedebildiği tüm duyguları kitaba yansıtmıştır. Bunun yanında günlük hayatımızı etkileyen ve özellikle kitabın yazıldığı dönemde insan hayatına yön veren din, siyaset, adalet, aşk ve birçok öğeyi de kitabına yansıtabilmiştir. Tüm bu detay ve bütünlük sonrası da kusursuz bir roman ortaya çıkmıştır.

Victor Hugo Sefiller kitabını yazarken kendi yaşadığı hikayelerden de esinlenmiş ve bazılarını kitaba bire bir aktarmıştır. Kitabın baş karakteri olan Jean Valjean karakterini yazarken kendisine yardımcı olan eski bir mahkum fakat o zamanlar yardımsever bir iş adamı olan arkadaşından etkilenmiştir. Romanda geçtiği gibi bir hayat kadınını tutuklanmaktan kurtarmış ve ayaklanma hikayesinde olduğu gibi eşyalardan barikatlar yaparak direnen gençlere bizzat tanıklık etmiştir.

Sefiller romanının konusu 1815 yılında başlar ve 1832 yılına kadar devam eder. Kitabın ana karakteri olan Jean Valjean kız kardeşinin çocuğunu açlıktan kurtarmak için ekmek çalar fakat bu sırada yakalanır. Hırsızlık suçundan bey yıl mahkum olur. Fakat mahkumiyet sırasında tekrar kaçmaya çalıştığı için cezasını tamamlaması tam 19 yıl alır.

Cezası bitip yeniden özgürlüğüne kavuştuğunda artık Jean Valjean çok farklı biridir. Yeniden hayata tutunmaya çalışır fakat eski bir mahkum olduğu için toplum tarafından dışlanır. Ne açlığını giderebilecek ekmek ne de soğuk günlerde ısınabilecek bir yer bulabilir. Sonunda yolu bir piskopos ile kesişir ve piskopos ona yemek ve yatacak yer sunar. Fakat gerek hapishane döneminde gerekse sonrasında yaşadıkları Jean Vajean’ın tüm duygularını yitirmesine neden olur ve piskoposa ait tüm gümüşleri çalarak kaçar. Fakat bu kadar yük ile yakalanması uzun sürmez ve suçunu onaylaması için piskoposun karşısına getirilir. Piskopos durumu görünce gümüşleri kendisinin verdiğini, hırsızlığın söz konusu olmadığını söyleyerek onun serbest bırakılmasını sağlar. Dahası ona iki gümüş şamdan daha verir ve karşılığında tek bir şey ister. Tüm bu gümüşleri iyi bir insan olma yolunda kullanmasını ister. Bu olay Jean Valjean’ın yok olan duygularını yeniden kazanmasını sağlar.

Yıllar geçer ve Jean Valjean sahte bir kişilik ile iş hayatına atılır ve çok başarılı olur. O artık zengindir ve kasabanın en yardımsever ve sevilen kişilerinden birisidir. Fakat geçmişi onu takip etmeye devam eder ve onun gerçek kişiliğinden sadece polis şefi Javert şüphelenir. Fakat Jean Valjean’ın unvanı nedeni ile elinden bir şey gelmez. Bu zaman diliminde Jean Vajean’ın gelecek hayatını etkileyen bir kadın hayatına girer.

Fantine ufak bir kızı olan fakir bir işçidir. Dönemin ahlak anlayışı babası belli olmayan bir çocuğa pek sıcak değildir ve bu yüzden işi kaybetmek zorunda kalır. Çocuğuna yemek sunabilmek için her şeye yapmaya hazırdır ve ahlak anlayışı nedeni ile dışlanan kadın yine ahlak anlayışı nedeni ile hayat kadınlığına sürüklenir. Günün birinde tutuklanma tehlikesine karşı onu Jean Valjean kurtarır ve hastaneye yatırır. Fakat Fantine yaşadıklarına daha fazla dayanamaz ve ölür. Jean Valjean’dan kızına sahip çıkmasını ister.

Jean Valjean’ın hayatı temiz kalbi nedeni ile bir kez daha değişir. Kendisine benzeyen ve Jean Valjean olduğu iddiası ile masum biri tutuklanır. Kendi yerine başkasının tutuklanmasını vicdanına sığdıramaz ve gerçek kimliğini açıklar. Fakat Fantine verdiği sözü yerine getirebilmek için bir kez daha kaçar ve Cosette’yi himayesi altına alarak yeni bir hayata başlar.

Yıllar tekrar ileri sarar ve Cosette artık büyümüş ve güzel bir kız olmuştur. Jean Valjean kaçak hayatına bir şekilde devam eder fakat polis şefi Javert peşini bırakmaz. Cosette Marius adındaki gence aşık olur. Fakat Javert Jean Valjean’ın izini bulunca birbirlerinden ayrılmak zorunda kalırlar. Bu sırada ihtilal başlar ve Marius ayaklananların arasında yer alır.

Ayaklanma sırasında Javert yakalanır ve esir düşer. İdam edileceği zaman Jean Valjean ortaya çıkar ve idam etme görevi ona verilir. Fakat Jean Valjean Javert’in kaçmasına izin verir. Bu sırada ihtilal sert bir şekilde bastırılır ve Marius yaralanır. Onu ölümden ise yie Jean Valjean kurtarır. Marius’un tüm arkadaşları öldürülür ve Jean Valjean yaralı Marius’u hastaneye götürürken Javert’e yakalanır. Fakat Jean Valjean ölümü göze alarak Marius’u hastaneye götürür ve Javert hiç bir şey yapamaz. Bunun üzerine görevini yerine getiremediği ve duygularını işine karıştırdığı için intihar eder.

Marius iyileşir ve Cosette ile evlenir. Jean Valjean, Javert’e verdiği sözü tutarak teslim olmaya gider fakat Javert’in öldüğünü öğrenir. Bir süre sonra kendisi de hayata veda eder. Bir zamanlar piskoposun ona hediye ettiği iki şamdanı yanından hiç ayırmamıştır ve öldükten sonra da şamdanlar mezarının başucuna konulur.

Sefiller kitap okumayı seven ya da sevmeyen herkesin okuması gereken tam bir klasik. Duygusal yoğunluğu nedeni ile yediden yetmişe herkesi etkilemeyi başarıyor. Bu yüzden olsa gerek yıllar içinde hiç unutulmadı ve bir çok film, dizi, tiyatro ve esere dönüştürülerek tekrar tekrar karşımıza çıkmaya devam ediyor

0 yorum:

uçurtma avcısı özet

0
11:52

 


Uçurtma Avcısı Khaled Hosseini


Sovyetler Birliğinin Afganistan’ı işgali ile birlikte bir çok dram yaşanmıştır ve tarihte bunu dramı en mükemmel anlatan kitap Uçurtma Avcısı’dır. Olaylara iki çocuğun gözünden mükemmel bir dram ile bakan kitabın yazarı Khaled Hosseini (Halit Hüseyni) en ünlü Afgan yazarlardan biri haline gelmiştir.

Emir ve Hasan birlikte büyüyen çok iyi arkadaş olan iki süt kardeştir. Emir’in babası bölgede nüfuzlu ve yardımsever biri olarak tanınır. Hasan’ın babası ise Emir’in babasının hizmetlisidir. Herşey mükemmel giderken Emir ve Hasan başlarını belaya sokarlar ve Hasan Emir’i kurtarmak için kendini öne atar. Emir ona destek olmak yerine oradan kaçar ve Hasan’ı kaderi ile başbaşa bırakır. Hasan hayatı boyunca unutamayacağı bir şiddete maruz kalır ve Emir bunu sadece uzaktan izlemekle yetinir.

Emir bu olanlardan dolayı büyük utanç duyar ve bir daha Hasan’ın yüzüne bakamaz. Fakat birlikte yaşadıkları için duyduğu utanç ile hergün yüzleşmek zor gelir ve Hasan’a bir tuzak kurarak onu hırsız gibi gösterir ve böylece babasının işten atılmasına sebep olur. Her ne kadar Emir’in babası bu olayı görmezden gelip Hasan’ı affetsede Hasan’ın babası bu utanca dayanamaz ve oğlunu alıp bölgeyi terk eder.

Bu sırada Sovyet işgali başlar ve Emir ile babası herşeyleri kaybederler. Bunun üzerine ellerinde kalanlar ile birlikte Amerika’nın yolunu tutmak zorunda kalırlar. Fakat yeni hayatta Emir’in içinde bulunduğu duruma değiştirmek ve geçmişinden gelen pişmanlık ve utanç ile yaşamak zorunda kalır.

Aradan yıllar geçer ve büyümüş olan Emir Afganistan’dan bir telefon alır. Arayan kişi Hasan’ın başının tehlikede olduğunu ve yardıma ihtiyacını olduğunu belirtir. Bunun üzerine vicdanını rahatlatma fırsatı bulan Emir Amerika’daki hayatını bırakıp Afganistan’a geri döner. Döndüğünde ise herşeyin daha kötüye gittiğini görür. Dahası Hasan ölmüştür fakat onun da bir oğlu vardır. Oğlunu kurtarmak için ise yıllar önce kaçmayı tercih ettiği gibi bir olay ile karşılaşır. Ya tekrar kaçıp ikinci kez vicdanı ile başbaşa kalacaktır yada bu kez karşı koyup Hasan’ın oğlunu kurtarıp ona olan borcunu ödeyecektir.

0 yorum:

reşat nuri GÜNTEKİN- çalıkuşu

0
11:35
Reşat Nuri GÜNTEKİN – Çalıkuşu
KİTABIN KONUSU:
Evleneceğinden önceki gün Feride nişanlısı Kâmran’ın daha önceden kendisini aldattığını öğrenir. Bunun üzerine Feride kaldığı teyzesinin evini terk eder ve Fransız Lisesi’nde aldığı eğitime güvenerek Anadolu’da öğretmenlik yapmaya karar verir. Anadolu’nun çeşitli şehirlerindeöğretmenlik yapar. Bu görevi sırasında Feride Anadolu insanının sorunlarıyla karşı karşıya gelir. Genç ve güzel bir kadın olan Feride gittiği yerlerde rahata eremeyecek sürekli yapılan dedikodular nedeniyle günleri üzüntü içinde geçecektir.
KİTABIN ÖZETİ:
          Feride hareketli, yaramaz ve aynı zamanda da dışarı hiçbir zaman vurmasa bile duygusal bir kızdır. Üç yaşına kadar Musul’da yaşamış olan Feride buradaki kuraklıktan dolayı ailesi ile birlikte Kerbelâ’ya göçmüştür. İstanbul’a göçmeden önce altı yaşındayken annesini kaybeder. Bundan sonra Feride teyzesinin yanına İstanbul’a gelir. İstanbul’da yeni akrabalarıyla tanışan Feride, burada da yaramazlıklarını sürdürür. Yalnız bir tek Besime Teyzesinin oğlu olan Kâmran’a karşı çekingenliği ve cesaretsizliği vardır. Kâmran ise yaşça Feride’den büyüktü ve çok uslu ve ağırbaşlı biridir. Feride dokuz yaşındayken de büyükannesini kaybetmiştir. Sonra Feride on sene boyunca okuyacağı Sör Mektebi’ne yazılır. Okula başladıktan kısa bir süre sonra da babasını kaybeder. Yaramazlıklarına okulda da devam eden Feride   bu yüzden arkadaşlarından ayrı bir şekilde tek başına oturtulmuştur.
          Feride birçok kişinin cesaret edemeyeceği işlerde yapardı. Meselâ her teneffüs okullarındaki ağaca tırmanır ve daldan dala atlardı. İşte bunu gören muallim ona “Bu kız insan değil ÇALIKUŞU”  diye bağırmış ve o günden sonra Feride’nin adı ÇALIKUŞU olarak kalmıştır.
          Feride ile Kâmran genelde birbirleriyle kavga ederler. Ama ikisinin esas ilişkisi Feride’nin yine ağacın üstündeyken bir akşam Kâmran ile Neriman adında dul bir kadının konuşmalarını duymalarıyla başlar. Bu günden sonra Kâmran Feride’den  korkmaya başlamıştır ve ona, bu olayı kimseye anlatmaması için, düzenli aralıklarla hediyeler gönderir. Fakat bu hediyeler Feride’yi kızdırıyordur. Bir yaz Feride Tekirdağ’a başka bir teyzesini yanına gider. Teyzesinin kızı Müjgân Feride’nin çok sevdiği, ağırbaşlı ve Feride’ye ailede tek söz geçirebilen kişidir. Feride okulda, arkadaşları kendi sevgililerinden konuşurlarken o da konunun dışında kalmamak için, Kâmran’ı kendi sevgilisi gibi anlatmıştır. Feride bunu Müjgân ablasına anlattığı zaman , Müjgân, Feride’nin Kâmran’ı sevdiğini anlar ve her zaman Feride’nin ağzından Kâmran’la ilgili laf almaya çalışır. Kâmran Müjgân’ın da düşündüğü gibi o yaz Tekirdağ’a gider. Bir gün salıncakta sallanırken Kâmran Feride’ye evlenme teklif eder ve daha sonra nişanlanırlar.
          Feride Müjgân ablasının önceden de tahmin ettiği gibi Kâmran’ı çok seviyordur fakat nedense Kâmran’a karşı çok çekingen davranıyordur. Onunla yan yana gelmemeye özen gösteriyor ve doğru düzgün konuşmuyordur. Kısaca Kâmran’dan kaçıyordur.
          İstanbul’a döndükten bir süre sonra Kâmran, amcasının teklifini Feride ile birlikte değerlendirir ve en sonunda memuriyetini yapmak için amcasının yanına Avrupa’ya gitmeye karar verir. Bu memuriyet dört sene olmasına rağmen ikisi için de çabuk geçer. Fakat düğüne üç gün kala hiç beklenmedik bir olay olur. Feride bahçede dolaşırken kapının önünde siyah çarşaflı bir kadın görür ve o kadın Feride’ye  Kâmran’ın Avrupa’da başka bir kadını sevdiğini söyler. Yanında Kâmran’ın yazdığı bir mektubu getirir. Bu olayı öğrenen Feride derhal evi terk eder ve kendi hayatını kurmak ve yaşamak için Anadolu’ya gitmeye karar verir.
          İstanbul’dan çıkmadan önce Feride annesini dadısı olan Gülmisal Kalfanın evinde kalır. Yaklaşık bir bir buçuk aylık bir beklemeden sonra Bursa’nın merkez rüştiyesinde Coğrafya ve Resim muallimliğine tayin edilir. Fakat Feride Bursa’ya gittiğinde bir başkasının daha aynı göreve atandığını görür. Bir aylık bir beklemeden sonra bu görev Feride’ye çıkartılmıştır. Fakat Feride müdürün ısrarcı teklifleri ve diğer öğretmenin ağlayışları ile hazırlanan bu tuzağa, hayat tecrübesi olmadığı ve kalbinin çok temiz olması nedeniyle düşerek, görevinden istifa edip Bursa’nın yakınında Zeyniler Köyünde muallimliğe geçer. Müdürün Feride’yi kandırmak için öve öve bitiremediği Zeyniler Köyü daha doğru dürüst yolu olmayan hatta okulu bile ahırdan bozma bir yerdir.
          Feride önceleri hiç sevmediği o can sıkıcı ve karanlık yeri alıştıkça sevmeye başlıyordur. Bu köyde hemen derse başlamış ve öğrencilerle iyi ilişkiler kurmuştur. Fakat öğrencilerinin arasında Munise adında bir kız onu çok etkilemiştir. Bu kız babası ve ablasıyla kalıyordur. Bu kızı çok sevdiği için onunla diğerlerine oranla daha fazla ilgileniyordur. Bir gün Munise bir kabahat işler ve babası onun üzerine yürüyünce evden kaçar. Karlarla bir gün boğuştuktan sonra Munise Feride’ye sığınmaya karar verir. Feride bu olay üzerine, Munise’nin  babasından da izin alıp onu evlatlık edinir.
          Feride her geçen gün bu küçük köye alışmaktadır. Bir gün köye bir müfettiş gelir ve okullarını ziyaret eder. Daha önceden de belirttiğim gibi ahırdan bozma bu okulu müfettiş gördüğünde bu okulda ders yapılamayacağını söyler ve okulu kapatmaya karar verir. Feride’ye ise onu başka bir okula tayin edeceğini söyler. Feride, Maarif Müdürünün yanına gittiğinde müdür ona açıkta yer olmadığını söyler. Ama müdürün odasında eski bir arkadaşını görüp, onunla Fransızca konuşmaya başlayınca bu olay sayesinde Bursa Darülmuallimatında çalışmaya başlar.
          Feride bu okulda da çok mutlu olmuş ve yine öğrencilerle çok iyi ilişkiler kurmuştur. Artık Feride çok güzel bir genç kız olmuştur. Bu güzelliği nedeniyle kendisine Bursa’da “ipekböceği” ismini takarlar. Okul çok iyi gidiyordur fakat okulda çok sevdiği ve kendisine çok yakın hissettiği Şeyh Yusuf Efendi, Feride’ye aşık olmuştur. Üstelik bunu Feride’den başka herkes bilmektedir. Bir gün bunu bir arkadaşı Feride’ye söyleyince Feride çok utanır ve artık insan içine çıkamaz olur. Çünkü Şeyh Yusuf hastalanıp ölünce Feride’ye herkes suçluymuş gibi bakar ve Feride buna daha fazla dayanamayarak Çanakkale’ye gider.
          Maarif Müdürünün emriyle Çanakkale Rüştiyesi’ne emri çıkan Feride, Munise’yi de alarak Çanakkale’ye yerleşir. Fakat güzelliği burada da herkesin dikkatini çeker ve bu sefer ona “Gülbeşeker” ismini takarlar. O çevrenin en zengin ailesinin kızlarının öğretmenliğini yapan Feride, kızın da isteğiyle konağa davet edilir. Fakat bu davetin sebebi başkadır. Konağın sahibi Nerime Hanımın  amcasının oğlu İhsan, Feride’yi beğenmiştir. Davetin esas sebebi evlenme teklifidir. Fakat Feride bu teklifi herkesi şaşırtacak şekilde reddeder. Bu olaydan kısa bir süre sonra Hafız Kurban Efendi adında evli bir adamdan daha evlenme teklifi alan Feride bu teklifi de reddeder. Tabii Feride artık sokağa çıkamaz olmuştu.
          Bir süre sonra da Nazmiye adında bir arkadaşının davetini iyi niyeti nedeniyle kabul eden Feride başına neler geleceğini bilmiyordur. Arkadaşı Feride’ye nişanlısını ve nişanlısının en yakın arkadaşı olan Burhanettin adında birini tanıştırır. Daha sonra yemeğe indiklerinde bütün salon Burhanettin ve Gülbeşeker diye inliyordur. Bu davet aslında Burhanettin Bey ile Feride’nin arasını yapmak için düzenlenmiştir. Bu olaydan sonra Feride artık Çanakkale’de de daha fazla kalamayacağını anlar ve okulun müdiresinin birkaç yakın arkadaşı ile görüşmek için İzmir’e gider.
          Fakat burada işler istediği gibi gitmez. En sonunda oranın en zenginlerinden birinin kızlarına Fransızca dersi vermeyi kabul eder. Artık Feride ve Munise köşkte kalıyorlardır. Fakat köşkün sahibinin oğlu Cemil Bey gece Feride’yi merdivenlerde sıkıştırır. O evden ayrılmadan önce Kâmran’ın önceki yaz evlendiği haberini alır. Daha sonra Maarif İdaresine gittiği zaman Kuşadası’nda Türkçe ve resim muallimine ihtiyaç olduğunu öğrenir. Feride bu görevi kabul ettikten sonra, Anadolu yolculuğunda son durağı olan Kuşadası’na hareket eder.
          Kuşadası’nda okulu istediği gibi yöneten Feride burada da mutluluğu bulmuştur. Ancak Kuşadası’na gittikten bir ay sonra muharebe başlar ve okul,  kumandanlığın emriyle hastaneye dönüştürülür. Feride, daha önce Zeyniler’de tanıştığı bir doktoru, Hayrullah Bey’i, burada tekrar görünce, onun ısrarı sonucu hastane de hemşirelik yapmaya başlar. Hemşireliğe başladıktan bir ay sonra Feride’nin hastası İhsan Bey olur. İhsan Bey muharebede ağır yaralanmış ve ameliyat edilmiştir. Feride hem İhsan Bey’e acıdığı hem de Kâmran’ı unutmak için, İhsan Bey’e evlenme teklifi etmiş fakat kendine acındığını anlayan İhsan Bey bu teklifi reddetmiştir.
          Muharebe bittikten sonra mektep tekrar kurulur ve Feride “Müdire” olur. Fakat acılar burada da Feride’yi bırakmaz ve Feride Munise’yi toprağa vermenin üzüntüsü ile tam on yedi gün boyunca kendine gelemez. Onun bu durumunu gören ve onu bir kızı gibi seven Hayrullah Bey, Feride’yi iyileşinceye kadar bekler ve onu yanına alır. Bu olaydan sonra Feride artık Hayrullah Bey ile birlikte kalmaya başlar. Fakat Feride’nin Hayrullah Bey’in yanında kalması halk tarafından hoş karşılanmaz ve ikisi hakkında kötü dedikodular çıkar. Bunun üzerine Hayrullah Bey dedikoduları engellemek için Feride ile evlenir.
          Feride ise evlenmeyi kabul ederken hayatında ilk ve tek sevdiği Kâmran’dan da ayrılmış oluyordu. Bu durumu anlayan Hayrullah Bey ölmeden önce son isteği olarak Feride’den  İstanbul’a  gitmesini ister ve Feride’ye Kâmran’a iletmesi için bir mektup verir. Bu mektupta Kâmran’a Feride’nin kendisini ne kadar sevdiğini yazar. Ayrıca mektubun içine bu kitabı oluşturan Feride’nin günlüğünü de koyar.
          Feride bu son istek üzerine İstanbul’a gittiğinde Kâmran’ı ne kadar sevdiğini bir kez daha anlar. Kâmran’da evlendiği kadını kaybetmiştir. Ayrıca Kâmran evlense bile yalnızca Feride’yi sevmiştir. Kâmran bu günlüğü okuyunca Feride’nin de kendisini sevdiğini anlar. Bunu amcasına anlattığında amcası ve Kâmran, Feride’nin haberi olmadan kadıya giderler ve nikâh kıydırırlar. Böylece Feride bu kadar acıdan sonra haberi olmadan hayatta en çok istediği kişiyle evlenir ve en sonunda mutluluğu bulur.
KİTABIN ANAFİKRİ:
Bence bu kitabı okuduktan sonra şöyle bir yargıya ulaşabiliriz:  “Bazı olaylardan kaçmakla, onlardan kurtulamayız.”
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
            Çalıkuşu’ndaki  kahramanlar aslında hayatımızda her an karşılaşabileceğimiz , içimizden  birileri.Kahramanların hiçbiri ütobik özellikleri olmayan , karakterleri tam olarak anlaşılabilen kişilerden oluşmuştur.
            Kahramanlardan baş kahraman hepinizinde bildigi gibi , dizi filminde Aydan Şener’in canlandırdığı Feride diğer bir ismiyle Çalıkuşu. Feride küçüklüğünde heyecanlı , hareketli tam anlamıyla yaramazlıktan bıkmayan bir kişiliğe sahip.Çalıkuşu ismini de Fransız Kolejinde öğrenim görürken tenefüslerde ağaca çıkıp daldan dala atladığını gören bir öğretmeninin :
“ Bu çocuk insan değil,çalıkuşu “ diye bağırmasından almıştır . Feride adı ise bayram elbiseleri gibi pek sayılı günlerde kullanılan resmi bir ismi olarak kalmıştır.
            Feride öğretmenliğe başlamasıyla gittiği her yerde , güzelliğiyle herkes tarafından aşık olunan , Gülbeşeker,İpekböceği  gibi türlü isimler takılan biri olur.Hakkında dedikodular olur.Fakat o Kâmran’ı kalbinden atamamasına rağmen Kâmran ile evliliğine üç gün kala öğrendiği ; Kâmran ‘ ın başkasıyla birlikte olduğu haberi , Kâmran’a karşı nefret dolu olmasına sebep olur .Bu öyle bir nefrettir ki  Kâmran’la ilgili olan herşeyden nefret duymaya başlar . Örneğin yeşillikten nefret etmesinin sebebi Kâmran ‘ın yeşil gözlü olmasından dolayıdır. Ama Kâmran’ı  unutmak için de öğrencilerine , bulunduğu çevreye birşeyler kazandırmayı , gülmeyi öğretmeyi isteyen gönlü çok geniş birisidir.  Ayrıca Feride Türk romanında ilk ideal kahramandır , bu yönüyle pek çok öğretmene direnç vermiştir.
                Kâmran ise uslu ,okumuş , nazik birisi aynı zamanda Feridenin kuzeni . Kız ayağı gibi küçücük ayaklarında beyaz podüsüet iskarpinleri ,ipek çorapları,yürürken ince bir dal gibi sallanıyor zannedilen narin vücuduyla erkekten ziyade kıza benzeyen birisi . Fakat Kâmran Feridenin deyimiyle yere bakan yürek yakan cinsinden sinsi bir sarı çıyandır.Bayanlara  karşı zaafı olan birisidir.Ama Feride’ye karşı daha farklı bir ilgisi vardır, Kâmran evlenmesine  rağmen hala onu sevmektedir.
            Munise küçük bir kızdır . Babası ihtiyar bir köy memuru olan ve üvey annesinden bayağı eziyetler gören bir çocuktur. Feride bu çocuğa karşı özel bir alaka duyuyor ve daha sonra köyün muhtarını aracı yaparak onu yanına alıyor ve beraber yaşıyorlar . Munise bembeyaz denecek kadar uçuk  sarı saçlı , duru beyaz tenli , melek gibi güzel çehreli bir çocuk . Munise küçük yaşına rağmen görmüş geçirmiş gibi Ferideyle konuşuyor , Feridenin dert ortağı oluyor .
            Müjgân Feride’nin kuzeni.Feride’den  üç yaş büyük .Feride akraba çocukları arasında en ziyade onu seviyor.Müjgân Feridenin tam zıddı.Çok ağırbaşlı, ayrıca her istediğini yaptıran birisi.Romanın sonunda Kâmran’la Feridenin yeniden beraber olmalarını sağlamak  için uğraşıyor.
            Dr.Hayrullah Bey çok gün görmüş , temiz kalpli orta yaşın üstunde ihtiyar denecek birisi.Hastalara yardımcı olmayı amaç edinmiş , bu yüzden köy köy çağrıldığı yere hiç çekinmeden giden Dr.Hayrullah Bey Feridenin durumunu da en iyi bilen birisidir.
            Ayrıca Mişel  Fransız Kolejindeki arkadaşı , Hatice Hanım Zeyniler Köyündeki okulda daha çok dini derslere giren birisi ,Besime Hanım ise Kâmran’ın annesi .
KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Hem bir aşk hem de bir macera romanı olarak değerlendirilebilecek bu eser, günlük konuşma diliyle yazılmış ve bu yüzden geniş halk kitleleri tarafından beğeni kazanmıştır. Yazarın, olayları ülke gerçeklerinden ve eserin yazıldığı zamandan soyutlamadan ele alması sebebi ile, o zamanları göremeyen yeni kuşaklar için bir takım yabancılıklar görülebilir. Örneğin o zamanlarda çok popüler olan Fransızca terimler ve eski Osmanlıca kelimeler sıkça kullanılmıştır. Buna rağmen yazarın anlatımdaki sadelik ve akıcılık bu yabancı kelimelerin anlamlarını kendiliğinden ortaya koymakta, hiç olmazsa çok zor anlaşılacak noktalar bırakmamaktadır.
          Tasvirlerin oldukça fazla olması, hatta kitabın önemli bir bölümünü işgal etmesi, okurun, kendisini olayların içinde gibi hissetmesini sağlamaktadır. Özellikle insanın ruh halini mükemmel benzetmelerle tasvir eden yazar, bunu yaparken tabiat güzelliklerini, tabiat olaylarını sıkça kullanmıştır.  Mekân tasvirleri ise okuru adeta olayların içine alıp, o mekânlarda yaşatmaktadır.

0 yorum:

21 Ekim 2014 Salı

edip cansever

0
10:48



EDİP CANSEVER


8 Ağustos 1928'de İstanbul'da doğdu. Bodrum'da tatildeyken beyin kanaması geçirdi, tedavi için getirildiği İstanbul'da 28 Mayıs 1986'da yaşamını yitirdi. İstanbul Erkek Lisesi'ni bitirdi. Kapalıçarşı'da turistik eşya ve halı ticareti yapmaya başladı. 1976'dan sonra yalnızca şiirle uğraştı. İlk şiiri 1944'te İstanbul dergisinde yayınlandı. Yücel, Fikirler, Edebiyat Dünyası, Kaynak dergilerinde çıkan ilk gençlik şiirlerini "İkindi Üstü" kitabında topladı. Bu şiirlerde varlıklı, her şeye yaşama sevinciyle bakan bir gencin avarelikleri, duyguları ön plandaydı. 1951'de "Nokta" dergisini çıkardı. Bu dergi genç şairlerle ve yazarlarla tanışmasını sağladı.İlk kitabından 7 yıl sonra yayınladığı "Dirlik Düzenlik" bu dönemin ürünüdür. Bu kitaptaki şiirlerde düşünceyi diliçinde eritmeye yönelen, özlü bir söyleyiş ve çarpıcı biçim arayan, toplumsal eleştiri için mizah aracını kullanan bir tutum görüldü.1957'de yayınlanan "Yerçekimli Karanfil" ile kendisine özgü bir şiir evreni kurdu. İkinci Yeni akımının özgün örneklerini verdi. Yenilik, Pazar Postası, Yeni Dergi gibi dönemin sanat yayınlarında şiirsel canlılığı besleyen şairlerden biri oldu.Şirinde zamanla sevinç yerini bunalıma, toplumsal dengesizlikleri eleştirme kaygısı yerini yıkıcı bir umutsuzluğa bıraktı. "Dize işlevini yitirdi" gerekçesiyle yeni arayışlara yöneldi.Şiirde tiyatrodan esinlenen diyaloglar kullandı. "Nerde Antigone", "Tragedyalar", "Çağrılmayan Yakup" bu dönemin ürünleri. Yine de İkinci Yeni içindeki bazı şairler gibi anlamsızlığı savunmadı. Kapalı, anlaşılması güç, yine de anlamdan ayrılmayan bir şiire yöneldi. Çok farklı imgeler kullanırken bile düşünce öğesini gözardı etmedi.Yapıtlarına tutarlı bir bütünlük kazandırdı. Şiirinde düzyazı olanaklarını kullanmaktan da çekinmedi. Yalnız şiirleriyle değil tepkileri ve yaşama biçimiyle de kendisinden söz ettirdi. Sürekli yazan, yayınlayan bir şair olarak ilgileri hep üstünde tuttu.

Edip Cansever Eserleri:

ŞİİR: İkindi Üstü (1947) Dirlik Düzenlik (1954) Yerçekimli Karanfil (1957) Umutsuzlar Parkı (1958) Petrol (1959) Nerde Antigone (1961) Tragedyalar (1964) Çağrılmayan Yakup (1966) Kirli Ağustos (1970) Sonrası Kalır (1974) Ben Ruhi Bey Nasılım (1976) Sevda ile Sevgi (1977) Şairin Seyif Defteri (1980) Yeniden (1981) Bezik Oynayan Kadınlar (1982) İlkyaz Şikayetçileri (1984) Oteller Kenti (1985)DÜZYAZI: Gül Dönüyor Avucumda (Ölümünden sonra 1987)ÖDÜLLERİ: 1958 Yeditepe Şiir Armağanı Yerçekimli Karanfil ile1977 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü Ben Ruhi Bey Nasılım ile1982 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü Yeniden ile

0 yorum:

kolay ayraç :)

0
10:45
Resim yazısı ekle

0 yorum:

0 yorum:

MEHMET RAUF KİMDİR ??

0
10:24

 4020_mehmet-rauf

 MEHMET RAUF


Servet-i Fünûn döneminin en önemli yazarlarından biri olan Mehmet Rauf, İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Eğitimine Defterdar Mahalle Mektebi ile başlayan Rauf, akabinde Soğuk Çeşme Askeri Rüştiye’deki eğitimini de tamamlayarak Bahriye Mektebi’ne yazılır. Ancak Mehmet Rauf, askeri bir okula gitmekten hiç de memnun değildir. İstemeye istemeye de olsu nihayetinde söz konusu okuldan bir teğmen olarak mezun olur. Ardından Rauf, İstanbul’da göreve başlar. Bu yıllarda Mehmet Rauf, Tevfik Fikret’in halasının kızı bir evlilik yapar.
Eylül” romanı ile simgeleşen Mehmet Rauf, öz yaşamında da karmaşık bir evlilik hadiseleri içinde başrol oynamıştır. İlk evliliğini Tevfik Fikret’in halasının kızı olan Ayşe Sermet ile yapan, Rauf, henüz Ayşe Hanım’dan ayrılmadan Besime Hanım ile evlenir. İlk iki evliliğinden de çocuğu olan Mehmet Rauf, daha sonra ikinci eşinden ayrılarak Muazzez Hanım ile evlenir. Evliliklerinin yanı sıra yasak aşklarla da anılan Mehmet Rauf, bir intihar girişiminde de bulunmuştur.Edebiyat otoriteleri tarafından Mehmet Rauf’un Tevfik Fikret ile yanı evi paylaştığı sıralarda onun eşine yasak bir aşk beslediğini ve bu aşkın neticesinde de “Eylül” adlı romanı kaleme aldığı tezi savunulmaktadır.Mehmet Rauf, bir müddet askerlik mesleği ile ilişiğinin kesilmesiyle geçim ciddi geçim sıkıntıları çeker. Ölmeden önce iki felç geçiren Mehmet Rauf, ikinci felcin ardından yatağa bağlı kalır. Yine bu süreçte oldukça rahatsızlaşan Rauf, 23 Aralık 1931 tarihinde yaşama veda eder.

0 yorum:

20 Ekim 2014 Pazartesi

suzanne collins hayatı

0
06:26



suzanne  collins

Collins'in kariyeri 1991 yılında çocuklar için televizyon şovu yazarak başladı. Nickelodeon'da birçok televizyon şovunda çalıştı. Clarissa Explains It All, The Mystery Files of Shelby Woo, Little Bear, ve Oswald adlı çizgifilmleri yazdı. Daha sonra çocuklar için kitap yazmaya başladı. İlk kitabı The Underland Chronicles (Yeraltı Günlükleri) New York Times en çok satanlar listesine girdi.

Daha sonra Eylül 2008'de Açlık Oyunları'nı yazdı. Açlık Oyunları da New York Times en çok satanlar listesine girdi. Eylül 2009'da da 2. kitap Ateşi Yakalamak yayınlandı.
Kişisel Hayatı

Suzanne Collins Connecticut'da ailesiyle ve 3 kedisiyle beraber yaşıyor.


0 yorum:

sarah jio hayatı kısaca

0
06:21


 sarah jio


18 Şubat 1978 doğumlu olan ünlü yazar Sarah Jio kitapları gibi kendisi de çok güzel bir bayan. Daha küçük yaşta yazarlığa merak saran ve kısa hikayeler yazan Sarah Jio büyüdüğünde mükemmel bir yazar olma yolunda gidiyordu.
Birçok romana imza atan ve özellikle romantik aşk romanları ile tanınan ünlü yazar en büyük patlamasını Mart Menekşeleri isimli romanı ile yaptı. Amerika’da en çok satanlar listesinde yer alan ve birçok dile çevrilerek farklı ülkelerde de çok satan roman sayesinde büyük üne kavuştu.
 
 

0 yorum:

canan tan özgeçmiş

0
05:43




Ankara’da doğdum. Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunuyum.     
Hep sorulur bana, “Eczacı iken, nasıl edebiyatçı oldunuz?” diye. “Edebiyatçı iken nasıl eczacı oldunuz?” diye sorulmalı aslında. Çünkü, eczacı olmadan çok önce başlamıştı yazın hayatım. Henüz lise yıllarında, Hisar Dergisi’nin düzenlediği  şiir yarışmasında aldığım birincilik kupası, bana bu dünyanın kapılarını aralamıştı. Ne var ki, o kapıyı tam olarak açmam için, uzunca bir süre beklemem gerekti.

Fen kolunda olduğum halde okul gazetesini edebiyat öğretmenimle beraber, ben çıkarıyordum.Yolumu çizmiştim kendimce. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Basın Yayın bölümüne gidecektim. Puanım tuttu, hatta biraz fazla geldi galiba. Türkiye derecesiyle girdim üniversiteye. Yakınlarımın telkinleriyle kendimi Eczacılık Fakülte’sinde buldum. Onlara göre, eczacı olursam, yazın hayatımı da bir şekilde sürdürebilecektim.

Ne var ki, mezun olur olmaz evlenerek Diyarbakır’a gidince, hesaplar altüst oldu. Şikâyetçi ya da pişman değilim. Diyarbakır’a gitmesem Piraye’yi yazamayacaktım. Eczacı olmasam da ne Eroinle Dans’ı ne de En Son Yürekler Ölür’ü yazabilirdim.

Ancak, epeyce zaman yitirdiğimi kabul etmeliyim. Diyarbakır’da yaşadığım yıllar içinde yazmayı sürdürdüm ama, bunları günışığına çıkaracak fırsatı bulamadım. O günlere ait elle tutulur tek atılım, yazdığım bir öykünün (Oğlum), Hürriyet Gazetesi’nin senaryo yarışmasında birinci olup fotoroman olarak çekilmesiydi.

İzmir’e geldikten sonra bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüyor, ama aradan geçen yılların ezikliğiyle, kolumun altına dosyamı alıp bir yayınevinin kapısını çalmayı kendime yediremiyordum. Bu arada, öykü yarışmalarına gönderdiğim öyküler ödül almaya başladı. Yanı sıra, Hürriyet Ege ve Yeni Asır’da (İzmir) konuk köşe yazarı olarak güncel yazılar, Milliyet Pazar’da mizahi yorumlar yazıyordum.

1996’da Aziz Nesin’in birinci ölüm yıldönümünde İnkılap Kitabevi’nin düzenlediği mizah öyküleri yarışmasına katıldım ve İster Mor, İster Mavi adlı dosyam yüzlerce eser arasından sıyrılarak basılmaya değer görüldü. İlk kitabımdı! Üstelik bana Türkiye’de mizah öyküleri kitabı olan ilk kadın yazar unvanını kazandırmıştı.

Ardından Rıfat Ilgaz Gülmece Öykü Yarışması Birinciliği geldi. Mizahçılığı tescillemiştik ama, edebiyat dünyasına yanlış kapıdan girmiştik galiba. Mizahın yanı sıra çocuklar için de yazmaya başlamıştım. Çocuk edebiyatında da her girdiğim yarışmadan ödülle çıkıyordum. Yarışmalar ve ödüller önemliydi benim için. Okunmaya değer bir şeyler yazdığımı öncelikle kendime kanıtlamak istiyordum çünkü.
Mizah öyküleri ve çocuk kitaplarından önce klasik öykü ya da roman dosyam kitaplaşmış olsaydı, ilk günden, öykücü ya da romancı diye anılacaktım. Plansız ve programsız atılan adımlar, gerçek çizgimden uzak tuttu beni.

2002’de yetişkinler için ilk öykü kitabım çıktı: Çikolata Kaplı Hüzünler.

2003’te de,  benim için milât sayılabilecek ilk romanım: Piraye!

Gerisi geldi. Öykü kitapları, romanlar... Bu arada, iki yıl boyunca haftada üç gün, Türkiye’nin en büyük ve en eski yerel gazetesi Yeni Asır’da haftada üç gün köşe yazıları yazdım. 2004 yılı köşe yazarı ödülünü alarak, şimdilik kaydıyla o sayfayı da noktaladım.

Hiçbir yarışmaya katılmıyorum artık. Benim için en büyük ödül, okurlarımın her geçen gün çığ gibi büyüyen sıcacık ilgisi sevgisi.

Bugüne kadar yazdığım tek bir satırdan pişmanlık duymadım. Mizahtan çocuk edebiyatına, öyküden romana uzanan geniş yelpazedeki çoksesliliği gücüm yettiğince sürdürme kararındayım. Tabii okurlarımın o eşsiz desteğiyle... Onlar istediği sürece.


0 yorum:

19 Ekim 2014 Pazar

Son Kamelya Kitap özeti

0
12:55

Son Kamelya Sarah Jio


Sarah Jio okurlarını Son Kamelya romanı ile bir kez daha günümüz ile geçmiş arasında sıkışmış bir hikayenin içine sokuyor.

Flora Lewis 1940 yılında bir fırıncının kızı olarak hayatına devam etmektedir. Anne ve babası çok yaşlanmıştır ve onun bakımına muhtaç duymaktadırlar. Bu da Flora’nın üzerindeki yükü oldukça arttırmıştır. Geçimini sağlayabilmek için aynı zamanda kasabadaki botanik bahçesinde çalışmaktadır.

Flora’nın karşısına tüm hayatını değiştirecek bir fırsat çıkar. Fakat bu değişikliğin iyi yönde mi yoksa kötü yönde mi olacağı belli değildir. Flora kendisini çiçek hırsızlığının içinde bulur fakat hayatını kurtarabilmek için denileni yapmak zorundadır. Yapacağı iş Livingston Köşkü’ne gidip burada nadir bulunan Middlebury Pembesi olarak bilinen kamelya türünü bulmaktır. Bunun için köşkte dadı olarak işe girer.

Flora için iş ilk başlarda kolay gibi görünmektedir fakat zamanla için ciddiyetini daha iyi anlar. Middlebury Pembesi’nin renginin kandan geldiğini anladığında her şey için çok geç olacaktır.

Çok uzun yıllar sonra bahçe tasarımcısı Addison Sinclair’in yolu Livingston Köşkü’ne düşer. Dünyaca ünlü kamelya bahçesini incelemek ister ve zamanla bahçenin gizemli geçmişini ortaya çıkardıkça dehşet veren gerçekle de yüzleşmek zorunda kalacaktır.

Sarah Jio’nun Son Kamelya romanı onun alıştığımız romantik aşk romanlarından biraz farklı. Bu kez hikayenin içinde gerilim ve gizem de var ve bu da kitabı elinizden bırakmanızı engelliyor. Yine çok etkileyici bir roman sizi bekliyor diyebiliriz. Özellikle katil kim sorusu ve kitabın inanılmaz sonu aklınızı başınızdan alacak diyebilirim...

**********

Sarah Jio’nun çok satan ve çok beğenilen Son Kamelya romanı iki bölümden oluşuyor. Birincisi ana karakterinin Flora olduğu ve gerçek hikayenin yaşandığı 1940 yılında geçiyor. İkincisi ise ana karakterin Addison olduğu ve 2000 yılında geçen geçmişin sırlarının araştırıldığı bölümden oluşuyor.

1940 – Flora, New York’ta fakir ailesi ile yaşayan genç bir botanikçidir. Ailesinin tek geçim kaynağı fırınlarıdır ve aile yaşlandığı için Flora gerçek işi yerine onlara fırında yardım eder. Bir gün Price adında bir adam çıkar ve ona iş teklif eder. Yapması gereken Londra’ya gidip Livingston Köşkünde dadı olarak işe başlamak ve bahçesinde bulunan çok nadir bulunan türünün son örneği Middlebury Pembesi olarak adlandırılan kamelya türünü bulmaktır. Bunun karşılığında ailesini kurtarabilecek bir kazanç elde edecektir. Flora ilk başta teklifi kabul etmez fakat ailesinin durumunu görünce kabul etmek zorunda kalır ve Londra’ya doğru yola çıkar.

2000 – Addison bahçe tasarımcısı olarak New York’da çalışan bir kadındır. Geçmişinden gelen bir pişmanlığı vardır ve bunu kocası Rex’den gizler. Fakat geçmişi onun peşini bırakmaz ve geçmişten gelen bir adam geçmişini Rex’e anlatmamak için ondan yüklü bir para ister. Addison parayı bulamaz ve ondan kaçmak için Rex’in ailesinin Londra’da yeni aldığı köşke yaz tatili için gitmeye karar verir. Köşkün adı Livingston’dur.

1940 – Flora gemi ile Londra’ya giderken gemide Desmond adında bir asker ile tanışır. İkisi de ilk görüşte birbirine aşık olurlar fakat Flora tehlikeli bir görev için Londra’ya gitmektedir ve onu bir daha görmemek üzere ayrılır. Köşke geldiğinde köşkün ana hizmetkarı olan Dilloway ile taşınır. Çok geçmeden de gemideki aşkının aslında Lord Livingston’un oğlu olduğunu öğrenir.

2000 – Addison kocasını da ikna edip Londra’nın yolunu tutar. Köşk gerçekten göz kamaştırıcıdır. Köşkün ana hizmetkarı satış işleminden sonra da ısrarla köşkte kalmak istemiştir. Adı Dilloway’dir.

1940 – Flora zamanla çocuklarının annesi olan Lady Anna’nın ölümündeki gizemi merak etmeye başlar. Dahası Lord Livingston ile alakalı olan tüm kızlarda ortadan kaybolmuştur. Bir taraftan bunun gizemini çözmeye çalışırken diğer taraftan aşkı Desmond ile zaman geçirir. Gizli görevi olan kamelyayı bulma işini de unutmaz fakat yaşananlar onu farklı bir karmaşanın içine sürükler.

2000 – Addison köşkte buldukları ile Lady Anna’ya ne olduğunu araştırmaya başlar. Kaybolan kızların hikayesi onu daha da etkiler ve işi derinlemesiye araştırmaya başlar. Fakat geçmişi onu Londra’ya kadar takip etmiştir. Bir taraftan köşkteki gizemi çözmeye çalışırken diğer taraftan kendi geçmişinden kaçmaya çalışır.

1940 – Flora, Lord Livingston’un ailesine gönderdiğini düşündüğü mektupları gizlediğini öğrenir. Nedenini öğrenmek istediğinde kendi gizli görevi ile yüzleşmek zorunda kalır. Lord Livingston ondan köşkü terk etmesini ister. Desmond buna karşı çıkar fakat sonuçta Flora o gece köşkü terk etmek zorunda kalır fakat giderken Lady Anna ve kaybolan kızlara ne olduğu ile ilgili sır ile de yüzleşmek zorunda kalır. Fakat artık her şey için çok geçtir.

2000 - Addison araştırmalarını yaparken köşkte Flora adında bir hizmetçinin de çalışmaya başladığını öğrenir. O da diğer kızlar gibi birden bire ortadan kaybolmuştur. Dahası artık kendi geçmişi ile yüzleşmek zorunda kalır. Kendine geldiğinde ise Dilloway’den bir mektup alır. Dahası geçmişten gelen bir hediyeyi bulur. Bu hediye sayesinde geçmiş ile gelecek yeniden bir araya gelir…

0 yorum:

el yapımı ayrac

0
11:41

 çok tatlılarr :D




0 yorum:

kolay kitap ayracı

0
11:28

kolay ve zarif kitap ayracı :)

0 yorum:

debbie macomber

0
11:13

 

 

 

Debbie Macomber 

 debbie macomber(born October 22, 1948 in Yakima, Washington) is a best-selling American author of over 150 romance novels and contemporary women's fiction. Over 140 million copies of her books are in print throughout the world, and four have become made-for-TV-movies. Macomber was the inaugural winner of the fan-voted Quill Award for romance in 2005 and has been awarded both a Romance Writers of America RITA and a lifetime achievement award by the Romance Writers of America.

Debbie Macomber (22 Ekim 1948 doğumlu Yakima, Washington ) en çok satan Amerikan 150''den fazla aşk romanları ve çağdaş kadın kurgu yazarı . Onun kitapları yüz milyondan fazla kopya dünya çapında baskı, ve bir Evlilik , Bu Madde , bir oldu made-for-tv-film 1998 yılında Macomber açılış şampiyonu oldu fan Romantik Quill Ödülü, 2005 yılında oylanan ve bir verilmiştir Amerika Romantik Yazarlar RITA Ödülü.

Kitapları dünya çapında 140 milyondan fazla satan Debbie Macomber, günümüzün önde gelen popüler yazarları arasındadır. Tecrübelerinden ve gözlemlerinden yola çıkarak yarattığı zorlu karakterlere hayat verebilme yeteneğiyle tanınan yazar, küçük yerleşimlerdeki ev ve aile yaşantısı ile kalıcı dostluklar üzerine kalpleri ısıtan, keyifli ve eğlenceli hikâyeler yazmaktadır. Her kitabıyla dünyada büyük ilgi uyandıran Macomber, aynı zamanda çok satanlar listesinin daimi yazarlarından biridir. Macomber’ın eserleri, satışa çıktığı ilk hafta New York Times, USA Today ve Publishers Weekly listelerinde yerini almayı başarmıştır.

İlk kitabıyla birlikte oldukça geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmayı başaran Macomber, yakın zamanda Türkiye’de de yayımlanacak The Christmas Basket adlı kitabıyla 2005 yılında Rita Ödülleri / “En İyi Roman” ödülünü kazanmıştır. Bunun dışında da birçok ödüle layık görülen Macomber, Quill Ödülleri’nde “Okuyucunun Seçtiği Roman” ödülünü de alarak bir ilke imza atmıştır.

0 yorum:

elif şafak hayatı

0
11:02

Elif Şafak  
Strasbourg doğumlu Elif Şafak, çocukluğunu ve gençliğini Ankara, Madrid, Amman, Köln, İstanbul, Boston, Michigan ve Arizona´da geçirdi. ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü´nü bitirdi, yüksek lisansını aynı üniversitede Kadın Çalışmaları Bölümü´nde, doktorasını ise siyaset bilimi alanında tamamladı. İlk romanı Pinhan´la 1998 Mevlana Büyük Ödülü´nü aldı. Bunu Şehrin Aynaları ve Türkiye Yazarlar Birliği Ödülü´nü kazandığı Mahrem izledi (2000). Ardından her ikisi de çok satan ve geniş bir okur kesimine ulaşan Bit Palas (2002) ve İngilizce kaleme aldığı Araf (2004) yayımlandı. Med-Cezir´de (2005) kadınlık, kimlik, kültürel bölünme, dil ve edebiyat konulu yazılarını topladı. 2006´da senenin en çok okunan kitabı olan Baba ve Piç yayımlandı. Ardından aylarca satış listelerinden inmeyen ilk otobiyografik kitabı Siyah Süt´ü yazdı. Doğan Kitapçılık tarafından 2009 martında yayımlanan Aşk Türk yayıncılık dünyasında önemli bir rekora imza atarak, en kısa sürede en çok satan roman oldu. Tüm eserlerinden seçkiler niteliğinde olan Kâğıt Helva aralık 2009´da yine Doğan Kitapçılık tarafından yayımlandı.
Eserleri otuz dile çevrilen Elif Şafak´ın romanları dünyanın en önemli yayınevlerinden Farrar, Straus and Giroux, Viking ve Penguin tarafından yayımlanmaktadır.

0 yorum:

ferrarsini satan bilge

0
10:51

Başarılı bir avukat olan Julian Mantle mahkeme salonunda kalp krizi geçirir. Hastanede kaldığı dönem sonrasında tüm mal varlığını satarak ortadan kaybolan Julian, seneler sonra geri döner. O'ndaki değişim şaşırtıcıdır. Gençleşmiş, enerji dolu ve mutlu bir insan olmuştur.
Bu değişimin sırrını, kendisine yardımcı olanlara verdiği sözü tutarak diğer insanlara anlatacak ve onlara yardımcı olacaktır. Öğreneceklerini, başkalarına öğreteceklere...

Kalabalık mahkeme salonunun tam ortasında çökmüş haldeydi. O; büyük düşleri olan, zeki, yakışıklı, korkusuz ve ülkenin en seçkin dava avukatıydı.
Onu 17 yıldır tanıyordum. Julian'ın şok edici mahkeme gösterileri sürekli gazetelerin ön sayfalarında yer alıyordu. Çoğu kimsenin sadece düşleyebileceği her şeyi elde etmişti: Yıldızlara varan mesleki şöhret, milyonlarca dolarlık banka hesapları, en pahalı semtte olağanüstü bir malikane, özel bir jet, tropikal bir ada ve orada yazlık bir ev ve de çok değer verdiği varlığı evinin özel yolunun ortasına parkettiği kırmızı bir ferrari.
Şimdi ise Büyük Julian kalp krizi geçirmiş, çaresiz bir bebek gibi yerde kıvranıyor ve deli gibi sarsılıyordu.
Bütün bunlar üç seneden fazla bir zaman önce yaşanmıştı. Son duyduğum Julian'ın Hindistan'a gittiği idi. Ortaklardan birine hayatını sadeleştirmek istediğini, bazı yanıtlara ihtiyacı olduğunu ve onları bu mistik ülkede bulmayı amaçladığını söylemişti. İşine son vermiş, malikanesini, adasını ve jetini elden çıkarmıştı. Hatta Ferrari'sini bile satmıştı.
Birgün ofisimin kapısı yavaşça açıldı. Kapının ardında canlılık ve enerji yayan, genç ve iyi görünüşünden fazla neredeyse kutsal diyebileceğim bir huzura sahip,gülümseyen bir adam kapıda göründü.
İşimi elimden almaya niyetli hızlı bir avukat herhalde" diye düşündüm.
Genç adam sevdiği bir öğrencisini izleyen Buda gibi gülümseyerek bana bakmayı sürdürdü. Dayanılmaz sessizlikle geçen uzun bir aradan sonra şaşırtıcı bir biçimde emredici bir ses tonuyla konuştu: "Tüm konuklarına böyle mi davranırsın John, hele sana mahkeme salonlarının sırrını öğreten birine"
"Julian? Bu sen misin? İnanamıyorum! Gerçekten sen misin?"
Güçlü kahkahası kuşkularımı doğruladı. Önümde duran genç adam uzun süredir kayıp şu Hintli Yogiden başkası değildi: Julian Mantle. İnanılmaz değişimi karşısında şaşkına dönmüştüm.
Julian tanınmış ve zengin bir avukattır. En karmaşık ve kazanılması zor davaları kazanarak ün yapmıştır.Fakat düzensiz bir yaşantısı vardır.Kimi zaman günde 18 saat çalışır, gecenin geç saatlerinde genç modellerle kentin en şık restoranlarına gider, arkadaşlarıyla pervasız içki kaçamakları yapar.

Julian 53 yaşında olmasına rağmen 70 yaşında gibi görünüyordur. Dengesiz yaşam tarzının getirdiği stres nedeniyle yüzü kırışmış , geç saatlerde yenen akşam yemekleri ve içilen içkiler şişmanlamasına neden olmuştur.Kendini sürekli hasta ve yorgun hisseder.Artık gülmüyordur.Hiçbir şey onu tatmin etmez.Evliliği yıkılır. Her türlü malvarlığına sahip olduğu halde aradığı şeyi hala bulamamıştır.

İşte böyle bir durumdayken bir duruşma sırasında kalp krizi geçirir , duruşma salonunda yere yığılıp kalır.Bu olay Julian için hayat tarzını değiştirmesine neden olacak bir dönüm noktasıdır.Bir süre hastanede yatar.Malikanesini,özel adasını ve hatta Ferrari’sini bile satar ve sonra uzun bir süre ortalıklardan kaybolur.

Julian “ihtiyacı olduğu yanıtları” bulmak ümidiyle Hindistan’a gider. Orada Sivana Bilgeleriyle tanışır , onların yanında uzun bir süre kalır.Hocası Yogi Rama’nın öğretileri sayesinde hayata bakışı değişmiş,huzuru ve mutluluğu yakalamıştır.Bundan sonra Yogi Raman’a söz verdiği üzere bu öğretileri ihtiyacı olan diğer insanlara anlatmak için bir zamanlar avukatlık yaptığı yere geri döner.
ın ofisinde stajer olarak çalışmış ve sonra büroya ortak olarak alınmış olan John’un karşısına çıkar.John önce Julian’ı tanıyamaz.Çünkü Julian 30 yaşlarında görünen, çevresine mutluluk ve huzur yayan bir insan haline dönüşmüştür.John bu karşılaşma anını şöyle anlatıyor;

“Önümde duran genç adam uzun süredir kayıp olan şu Hint’li yogiden başkası değildi: Julian Mantle. İnanılmaz değişimi karşısında şaşkına dönmüştüm. Eski meslektaşımın hayalete benzer rengi, hastalıklı öksürüğü ve cansız gözleri artık yoktu.Alameti farikası haline gelen yaşlı görünüşü ve hastalıklı hali gitmişti.Aksine, karşımda duran adam son derece sağlıklı görünüyordu, kırışıksız cildi ışıltılar saçarak parlıyordu. Parlak gözleri sıra dışı canlılığına açılan bir pencereydi. Belki daha da hayret verici olan Julian’
ın yaydığı huzurdu. Oturmuş onu izlerken kendimi tamamen rahat hissettim.Artık önde gelen bir hukuk firmasının “A –tipi” kıdemli ortağı olan sinirli adam değildi.Bunun yerine, karşımda değişimin genç.yaşam dolu ve gülümseyen bir modeli duruyordu.”

İlk olarak , bir zamanlar Julian’
Kalabalık mahkeme salonunun tam ortasında çökmüş haldeydi. O; büyük düşleri olan, zeki, yakışıklı, korkusuz ve ülkenin en seçkin dava avukatıydı.
Onu 17 yıldır tanıyordum.Julian'ın şok edici mahkeme gösterileri sürekli gazetelerin ön sayfalarında yer alıyordu. Çoğu kimsenin sadece düşleyebileceği her şeyi elde etmişti:
Yıldızlara varan mesleki şöhret, milyonlarca dolarlık banka hesapları, en pahalı semtte olağanüstü bir malikane, özel bir jet, tropikal bir ada ve orada yazlık bir ev ve de çok değer verdiği varlığı-evinin özel yolunun ortasına parkettiği kırmızı bir ferrari.
Şimdi ise Büyük Julian kalp krizi geçirmiş, çaresiz bir bebek gibi yerde kıvranıyor ve deli gibi sarsılıyordu.
Bütün bunlar üç seneden fazla bir zaman önce yaşanmıştı. Son duyduğum Julian'ın Hindistan'a gittiği idi. Ortaklardan birine hayatını sadeleştirmek istediğini, bazı yanıtlara ihtiyacı olduğunu ve onları bu mistik ülkede bulmayı amaçladığını söylemişti.
İşine son vermiş, malikanesini, adasını ve jetini elden çıkarmıştı. Hatta Ferrari'sini bile satmıştı.
Birgün ofisimin kapısı yavaşça açıldı. Kapının ardında canlılık ve enerji yayan, genç ve iyi görünüşünden fazla neredeyse kutsal diyebileceğim bir huzura sahip, gülümseyen bir adam kapıda göründü.
"İşimi elimden almaya niyetli hızlı bir avukat herhalde"diye düşündüm.
Genç adam sevdiği bir öğrencisini izleyen Buda gibi gülümseyerek bana bakmayı sürdürdü. Dayanılmaz sessizlikle geçen uzun bir aradan sonra şaşırtıcı bir biçimde emredici bir ses tonuyla konuştu:
"Tüm konuklarına böyle mi davranırsın John, hele sana mahkeme salonlarının sırrını öğreten birine"
"Julian? Bu sen misin? İnanamıyorum! Gerçekten sen misin?"
Güçlü kahkahası kuşkularımı doğruladı. Önümde duran genç adam uzun süredir kayıp şu Hintli Yogiden başkası değildi: Julian Mantle. İnanılmaz değişimi karşısında şaşkına dönmüştüm.ın öğretilerini baştan sona John’a anlatır.


Kitapta bazı sorunlarından dolayı kendisini işine, içki ve düzensiz yaşam biçimine kaptırmış olan başarılı ve zengin bir avukatın Hindistan’a giderek, orada tanıştığı Yogi Raman sayesinde değişen hayatını anlatıyor. Aslında kitapta anlatılan Sivana Bilgelerinin yaşam felsefesinden bir kesit. Bazı bölümlerin sonlarında bu öğretiler özetlenmiş. Bu öğretileri merak edenler için oldukça akıcı sayılabilecek bir tarzda yazılmış.Bu öğretileri içinde barındıran birkaç güzel hikaye de kitap içerisinde yer alıyor. Bu öğretilerden bir kısmını belki biraz değiştirerek biraz kendinize uyarlayarak uygulayabilirsiniz. Fakat sakın anlatıların büyüsüne kapılıp Hindistan’a “Hayatın anlamını bulmak” için felan gitmeye kalkışmayın.

Yazar aslında Hintli bir ailenin oğlu. Ailenin işleri dolayısıyla Uganda da doğmuş,çok küçük yaşta Kanada’nın küçük bir kasabasına taşınmış.Hukuk fakültesi okumuş,okul bittikten sonra avukatlık yapmış.Ama aslında avukatlık yapmak istemiyormuş, annesi için hukuk okumuş.Başından boşanmayla son bulan bir evlilik geçmiş,Bu evlilikten iki çocuğu var.Bir gün oturup yazmaya karar vermiş ve Ferrarisini Satan Bilge ortaya çıkmış. Sharma kitabı bitirdiğinde kitabı basacak yayınevi olmadığından kendisi basmış. Kitap 26 ülkede 17 dile çevrildi , yaklaşık bir milyon adet sattı.Yakında filme çekilecek ve filmde Robin Sharma da rol alacak. Sharma’nın uluslararası liderlik şirketi var. Dünyanın değişik yerlerinde yaşam ve liderlik konusunda seminerler veriyor. Danışmanlık yaptığı ünlüler arasında Clinton ve Gates’in olması onun Amerika’da ne kadar ünlü olduğunun bir göstergesi. Şu günlerde yeni çıkardığı “Koza Kelebeği Bilmez” adlı kitabı çok satanlar listesinde yerini aldı.

0 yorum:

Böğürtlen Kışı

0
09:12

böğürtlen kışı - sarah jio


Yaşadıkları şehrin yoksul insanlarından olan Vera Ray ve arkadaşı Caroline, 1920′li yılların sonlarına doğru aynı evde yaşamaktadır. Caroline bir gün Vera’ya Olympic Otel’de bir davet olduğunu ve kendilerinin de bu davete bir yolunu bulup girebileceklerini söyler. Caroline ve Vera evdeki en güzel elbiselerini bulup giyinip, süslenip Olympic Otel’in yolunu tutarlar. Caroline’in bir yalanıyla davete girmeyi başarırlar. Vera etrafındaki herkesin daha lüks kıyafetleri olduğunu ve içinde bulunduğu ortamdan hoşnut olmadığını Caroline’e söyler. Caroline ise Vera’ya “anı yaşamaları” gerektiğini söyler.
Vera otelde otel sahibinin oğlu Charles ile tanışır. Kendisi yoksul olduğu için Charles’a yaklaşmak istemeyen Vera’nın peşini Charles bir türlü bırakmaz. Charles diğer zenginler gibi değildir ve Vera’nın yoksul olması onu hiç rahatsız etmemektedir. Böylece görüşmeye devam ederler. Daha sonra Vera hamile kalır; fakat hamile olduğunu Charles’a söylemez. Vera, Charles’ın ne diyeceğini bilemediği için Charles’a hamile olduğunu bir türlü söyleyemez. Charles, Vera’ya evlenme teklifi eder ve Vera’yı ailesi ile tanıştırmaya götürür. Vera, fakir olduğu için Charles’ın ailesi Vera’yı istemez. Charles’in kız kardeşi Josephine, Vera ile konuşur ve onun hamile olduğunu öğrenir. Charles ile evlenirse babasının tüm mirasından mahrum kalacağını söyler. Vera kendisi yüzünden Charles’i zor durumda bırakmak istemez ve Charles’tan ayrılır.
Bu sırada Caroline evlenir ve Caroline’in evlendikten sonra Eva adında bir kızı olur. Vera’nın da Daniel adında bir oğlu olur. Vera Olympic Otel’de temizlik görevlisi olarak çalışmaya devam eder. Vera geceleri çalışmaktadır ve geceleri dört yaşına gelen oğlu Daniel’i tek başına evde bırakmak zorundadır. Yine bir mayıs ayı gecesinde kar yağıyorken Daniel’i öperek evden ayrılır. İşten eve dönen Vera, Daniel’i evde bulamaz ve çılgına döner. Oğlunun oyun oynamak için dışarı çıkabileceğini düşünen Vera hemen sokakları aramaya başlar; ama Vera’nın bulduğu tek şey oğlunun çok sevdiği ve karlar içerisinde gömülü hâlde bulduğu oyuncak ayısıdır.
Oyuncak ayıcığı alarak polise oğlunun kaçırıldığını bildiren Vera’ya polis de yardım etmez. Çünkü Vera fakirdir. Bu yüzden Vera günlerce kendine gelemez ve kendi çabasıyla oğlunu aramaya başlar. İşe gidemediği için, işten de kovulur. Otelde zengin biri olan Lon ile karşılaşan Vera’yı Lon çok beğenir. Vera’ya akşam yemeği teklifinde bulunan Lon, oğlunun kimler tarafından kaçırıldığını öğrenme sözü ile Vera’yı ikna eder. Sabah Vera, Lon’un kendisine yardımcı olacağını ümit ederek ona durumu hatırlatır. Lon ise sözünde durmaz. Bunun üzerine Vera, Lon’dan habersiz otelden kaçar ve bir kamyona binerek Charles’in evine gider. Onun evlendiğini öğrenen Vera, Charles’tan yardım istemekten vazgeçerek oradan uzaklaşır.
1933 yılında olan bu olaydan 80 yıl sonra 2013 yılının Mayıs ayında yine bir kar fırtınası yaşanır. Bilim adamları, bu mevsimsiz kışı “Böğürtlen Kışı” olarak adlandırmaktadır. Seattle Herald Gazetesi muhabiri olan Claire Aldridge’ye bu kar fırtınası ile ilgili ilgi çekici bir yazı yazması söylenir. Aynı zamanda Claire gazetenin sahibi Kensington’ların oğlu olan Ethan ile evlidir. Claire ne yazabileceğini düşünmektedir; ama son zamanlarda kendini iyi hissetmediği için ne yazacağını bir türlü bulamaz. Claire koşmayı seven biridir ve hamile olmasına rağmen kulaklığını takıp müzik dinleyerek koşmaya başlar ve o gün olan olur. Müziğe kendini kaptıran Claire, arabanın kornasını duymaz ve bir araba Claire’e çarpar. Claire bebeğini kaybeder ve bebeklerini kaybettikten sonra Ethan ve Claire birbirinden uzaklaşmaya başlar. Bu olaydan sonra Claire koşmayı bırakır.
Gazete yazısı için konu arayan Claire 80 yıl önceki haberlere bakar ve bir kaybolma yazısı dikkatini çeker. Artık yazı konusunu bulan Claire 80 yıl önceki Daniel Ray adında dört yaşındaki çocuğun akıbetinin ne olduğunu araştırmaya başlar. Olayı çözmeye başladıkça kendi ailesiyle ilgili gerçekleri de öğrenmektedir Claire.

0 yorum:

Küçük mucizeler dükkanı hakkında

0
09:01

KÜÇÜK MUCİZELER DÜKKANI-DEBBİE MACOMBER

Küçük Mucizeler Dükkanı okurlarla Ağustos 2011'de buluşan bir kitap. "New York Times Bestseller" arasında yer alıyor kitap. İşin açıkçası bu kitabı aldığımda çok güzel olabileceğini düşünmemiştim. Çünkü, kitabın konusunun bana çok hitap etmediğini düşünüyordum.

Kitap 4 kadının hayat hikayesini konu alıyor. Lydia Hoffman, Jacquelıne Donovan, Carol Gırard ve Alıx Townsend. Bu kadınların yolu bir şekilde Lydia'nın sahip olduğu "Bir Yumak Mutluluk" adlı örgü dükkanında kesişiyor. Lydia hayatında iki kez kansere yakalanan ve babası sayesinde kanseri yenen bir insan. En büyük hayali ise hasta olduğu yıllarda vakit geçirmek için uğraştığı örgü örmek ve bir dükkan açmaktır. Bu hayalini günün birinde küçük bir kasaba da gerçekleştirir. Jacqueline ise suratı çok fazla gülmeyen, zengin bir kişidir. Günün birinde oğlu onun istemediği bir kişiyle evlenir ve bir de ondan çocuk sahibi olur. Jacqueline gelinini hiç sevmez fakat iyi bir babaanne olacağına inanır ve torunu için bir battaniye örmeye karar verir. Bu yüzden de Lydia'nın açacağı kursa üye olur. Carol ise çocuk özlemi olan, her türlü denemeye rağmen çocuğu olmayan bir kişidir. O da Lydia'nın açacağı kursa üye olur ve ilk yapacakları işin bebek battaniyesi olduğunu öğrenince bunun bir işaret olduğuna karar verir. Alix hayatı zorluklar geçen, para sıkıntısı olan, uçuk kaçık bir kızdır. Aldığı ceza sonucu topluma faydalı bir şeyler yapmak için o da örgü örmeye karar verir. Kitabın sonunda ise, Lydia'nın açtığı dükkan çok iyi iş yapar. Jacqueline gelinini sevmeyi öğrenir ve torununa çok iyi bir babaanne olur. Carol'un çocuk özlemi Alix sayesinde son bulur. Alix, Carol'a bir arkadaşının bebeğini verir ve onları mutluluğa kavuşturur. Alix ise çok istediği aşçılık kursuna gider ve Jordan ile mutlu bir hayatı paylaşmaya başlar.

Bu kitabı kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum. Kitapta ders alınması ve bize örnek olması gereken bir çok olay var. Yazarın dili,anlatım biçimi oldukça etkileyici, olaylara bakışı ise çok sade. Ben okudum ve sevdim, siz de okuyun seveceğinize eminim.

Kitapları bütün dünyada 140 milyondan fazla satan ve birçok dile çevrilen Debbie Macomber Küçük Mucizeler Dükkanı Kitap - Debbie Macomber Küçük Mucizeler Dükkanı Kitabı yürek ısıtan romanlarıyla şimdi de Türkiye'de..

"Artık o eski tasasız kız değilim. Yaşadığım her günün değerini biliyorum. Çünkü hayatın ne kadar değerli olduğunu öğrendim... Hiçbir şeyiKüçük Mucizeler Dükkanı Kitap - Debbie Macomber Küçük Mucizeler Dükkanı Kitabı özellikle de hayatı hafife almaz oldum. Artık hiçbir günümü boşa geçirmiyorum. Çektiğim acıların karşılıklarının olduğunu öğrendim..."

0 yorum:

El Yapımı Kitap Ayracı

0
08:54

Basit ama  güzel bir kitap ayracı.. Umarım herkesin  işine yarar :)

0 yorum:

Mart Menekşeleri Kitap Özeti

0
08:49

Mart Menekşeleri - Sarah Jio


Duygusal aşk hikayelerinin usta kalemlerinden bir tanesi olan Sarah Jio Mart Menekşeleri isimli romanı ile yine okurlarını derinden etkiliyor.

Emily Wilson başarılı bir yazardır ve özel hayatında gerçek aşkı bulduğuna inanarak mutlu bir şekilde yaşar. Fakat bir gün acı gerçek ile yüzleşir ve hayatının aşkı olduğuna inandığı adam onu farklı bir kadın için terk eder. Büyük hayal kırıklığı yaşaran Emily’nin imdadına yengesi Bee yetişir. 

Bee onu Mart ayında birlikte Bainbridge adasında tatil yapmak için çağırır. Yaşadığı acıdan uzaklaşmak için bu iyi bir fırsat olarak gören Emily adanın yolunu tutar. Burada onu bir sürpriz beklemektedir. Eline 1943 yılında yazılmış eski bir günlük geçer. Günlüğü okumaya başladığında ise kendisinin yaşadığını düşündüğü gerçek aşkın aslında ne kadar farklı bir şey olduğunu keşveder.

**********

Emily Wilson kocası Joel’le birlikte New York’ta yaşamaktadır. Emily ünlü bir yazardır. Fakat bir süredir hiçbir şey yazamıyordur. Emily buna çok üzülür. Joel başka bir kadın için Emily’i terk eder ve boşanırlar. Emily bu duruma çok üzülür. Çünkü o Joel’i seviyordur. Emily’nin arkadaşı Annabelle kendisini toparlaması için ona yengesinin yanına, adaya, gitmesini tavsiye eder. O sırada Emily yengesi Bee’den mektup alır. Bee onu adaya davet eder. Emily de ani bir kararla valizini hazırlar ve adaya gider. Emily mart ayı boyunca adada kalmaya kararlıdır. Emily adaya uzun zamandır gelmemiştir ve adayı çok özlediğini fark eder. Emily adada Bee’inin komşusu Henry ve Jack ile tanışır. Bee, Emily’nin bu kişilerle görüşmesinden hiç hoşnut olmaz. Emily kaldığı odadaki çekmecede bir günlük bulur ve bu günlüğü okumaktan kendisini alamaz. İlk sayfalarını okuduğunda bu günlük onu çok etkiler.

Emily ertesi gün Bee’nin en yakın arkadaşı Evelyn ile tanışır. Bee’nin olmadığı bir an Evelyn’e bu günlükten bahseder. Evelyn ona günlüğü okumasını ama Bee’ye söylememesini ister. Ama Emily’nin sormasına rağmen başka bilgi vermez. Emily’nin bu günlüğe olan ilgisi gittikçe artmaya başlar. Bu sırada Emily’nin Jack ile olan arkadaşlığı da ilerler.

Emily her gün günlüğü okur. Günlük Esther adında bir kadın tarafından yazılmıştır. Esther ve Elliot büyük bir aşk yaşamışlardır ve nişanlanmışlardır. Daha sonra Esther, Elliot’u başka bir kadınla görür ve onu dinlemeden onu terk eder. Elliot’un tüm çabalarına rağmen onunla barışmaz. Elliot bunun üzerine askere gider. Esther başka bir adamla evlenir. Bir de kızı olur. Esther Elliot’u hala seviyordur. Sürekli ondan haber bekler. Elliot Esther’e bir mektup gönderir ve onu hala çok sevdiğini söyler. Elliot daha sonra askerden döner. Esther bunu arkadaşı Frances’ten öğrenir. Elliot Esther’e bir not bırakır ve gece onu beklediğini gelmezse de ümidini tamamen keseceğini söyler. Esther kocası Boby uyuduğunda Elliot’un yanına gider. O gece orada Esther kocasını aldatır. Daha sonra bu ihanetini kocasına söylemeyi düşündüğü zamanlarda kocası hastalanır ve ona bir şey söyleyemez. Bu zamanlarda Esther’in destekçisi arkadaşı Rose olur. İlerleyen zamanlarda Esther hamile olduğunu öğrenir. Daha sonra kocası Boby onun ihanetini öğrenir ve onu evden kovar. Esther arabaya binip Elliot’un evine gider fakat Elliot evde yoktur. Daha sonra arkadaşı Frances’e gitmeye karar verir. Frances’in evine gittiğinde Elliot’un da orada olduğunu görür. Onların birlikte olduğunu düşünür. Arabasına biner ve oradan ayrılır. Elliot ve Frances de son anda onu fark ederler ve peşinden giderler. Onlar geldiğinde Esther arabasını uçuruma doğru sürer ve uçurumdan düşer. Elliot onu kurtarmak ister fakat Frances onu götürür. Frances giderken orada liseden beri Esther’e aşık olan Billy’i görür.

Emily Esther’in kim olduğunu çok merak eder ama kimse ona bilgi vermez. Emily ile Jack arasındaki arkadaşlıkta ilerler. İkisi de birbirini seviyordur. Kanser hastası olan Evelyn hayatını kaybeder. Bee ve Emily buna çok üzülür. Evelyn’in cenaze töreninde Emily Jack’in büyükbabasını görür. Emily Esther ve Eliiot hakkında araştırmalar yapmaya başlar. Emily öğrendikleri karşısında şok olur. Çünkü araştırmaları sonucunda Esther’in kocası Boby’nin büyükbabası olduğunu öğrenir. Esther de Emily’nin gerçek büyükannesidir. Emily o hikayenin onu neden o kadar ilgilendirdiğini anlar. Emily, Esther’in hayatını yazmaya başlar. Artık yazarlık yeteneğine kavuşmuştur. Ertesi gün Emily’i Elliot arar ve görüşmek istediğini söyler. Emily görüşmeye gider. Gittiğinde Elliot’un Jack’in büyük babası olduğunu görür. Elliot ona tüm hikayesini anlatır. Emily günlükte yazan isimleri sorar. Elliot Frances’in Bee, Rose’un Evelyn, Billy’nin de Henry olduğunu öğrenir. Elliot Esther’in kendisi ve Bee yüzünden öldüğünü söyler. O günden sonra Bee ile hiç görüşmediklerini söyler. Emily ikisinin adına da çok üzülür. Emily bu öğrendikleri sonrasında kitabını yazmaya devam eder. Emily öğrendiklerinin ona sürekli acı verdiğini anlar. Daha bir ay olmamasına rağmen adadan ayrılmaya karar verir. O gece Jack’i arar fakat telefonu bir kadın açar. Bunu üzerine Emily Jack’e haber vermeden adadan ayrılır. New York’a döndüğünde eski eşi Joel ile görüşürler. Joel, Emily ie barışmak ister. Fakat Emily barışmamak konusunda kararlıdır. Emily bir mektup alır. Mektup Henry’den gelmiştir. Henry de mektupta Esther hakkında bildiklerini anlatır. Esther’in o gece ölmediğini söyler. İntihar’ın bir oyun olduğunu onun kazadan kurtulduğunu söyler. Onunla uzun yıllar mektuplaştıklarını fakat sonradan mektupların kesildiğini söyler. Henry onun öldüğünü düşünüyordur. Tüm mektupları da Emily’e gönderir. Emily bu mektubun ardından Jack’ten de bir mesaj alır ve adaya gitmeye karar verir. Adaya gittiğinde öğrendikleri Emily’nin kitabının son bölümünü yazmasını sağlar ve Emily kitabını tamamlar. 

0 yorum: